17 Ağustos 2008 Pazar

Babanın Pazar günleri Western film izleme tutkusu

Ekşisözlük'te sabah sabah bu başlığı görünce aklıma neler neler geldi.
Günlerden Pazar olunca, hele bir de sonbahar Pazar'ı olacak ki tam daraltacak, dışarda yapılacak bir iş yoksa ailecek sabah kahvaltısından sonra babam televizyonun önündeki ikili koltuğa uzanırdı elinde gazeteyle. Çoğu evde öyleymiş galiba, "şu andan itibaren offline'ım" mesajı verirdi bu duruş. Baba faktörü o andan sonra devreden çıkardı Pazar günleri. Gerçekten okur muydu, yoksa kafasından geçen bin tilkiye siper mi ederdi o gazeteyi, inan bilmiyorum. Ama babamın yüzü görünmezdi bir süre. Kağıt hışırtısı olurdu sadece.

Annem kahvaltıyı toplardı. Sessizce mutfaktaki işine gömülürdü. Evde paylaşılmış sorumluluklardan geriye bir ben kalırdım; halının üstünde o hafta hangi oyuncağım gözdemse, onunla oynar vaziyette.

Sonra televizyonda Western bir film başlardı sahiden. Atların koşma sesiyle beraber coşkulu müzikler olurdu bu tür filmlerin başında. Babam, gazetesini açık haliyle, olduğu gibi yere bırakır, konusunu, ismini, oyuncularını bilmese de sonraki bir buçuk saatini bu filme adamaya hazır hale gelirdi. Erkek olmak, ata binmek, silah kullanmak, havalı şapkalar takmak, içki içmek, kasabaya yeni gelene kötü davranmak, aradaki kan davaları, hesapsızca onlarca adamı bir dakikada şakır şakır vurmak, bir de bu filmlerin en büyük özelliği önemli anlarda gözlerin konuşması. Hep kelimelerin ötesinde, çakal gözlerde bir bakış olurdu. Düşmana jest yapılırken mesela. "Sen tilkiysen ben senin kuyruğunum" hesabı. "Şu anda silahı çıkarmadım, ama sanma ki salak olduğumdan, az sonra bak başına ne gelecek" hesabı. Bir süre babamla bu kargaşayı izlemeye çalışırdım. Tabii bu konular benim ilgi alanımın epey dışında olduğundan eninde sonunda babamı izlemeye başlardım. Bakışlarımla karşılaştığında tepkisi hep aynı olurdu: "Bak şu sahnede ne olaylar olacak şimdi Elmira. Çok esaslı bir filmdir bu. " Babam bunları hep izlemiş olurdu. Belki de o sahneyi içgüdüleriyle hesaplayabiliyordu. Esaslı lafların geldiği kendini hissettiriyordu belki de.

Bu filmlerin bir kısmında kadınlar dansçı olurdu, fahişe veya konsomatris. En iyi ihtimalle kan çıkmasının bir diğer sebebi olurlardı. İsli, tozlu, kahverengi erkek kılıklarının aksine, bu kadınlar hep kar gibi, kemik rengi elbiseleri veya paçalı donları, kah jartiyerleriyle kapının eşiğinden esasadama işve yaparlardı. Esas adam bunlara "geçici kız" gözüyle bakmazdı çoğu zaman. O Türk alışkanlığıydı. Evde tertemiz karısı, sevgilisi olmazdı mesela, benim hatırladıklarımda. Eğer misyon adamı değilse, bu kadınlardan birine aşık veya adam öldürme motivasyonunun haricinde aşkı arıyor olurdu. Kadına geçici gözüyle bakıyorsa eğer, o kadın geçici olduğunu bilirdi. Üstelemezdi hiç. Filmin geri kalanı hep koşan atlar eşliğinde birbirini vurmacalar, son anda kurtulmacalar, o ıssız yerlerde kolundaki kurşunu tek başına çıkarmalar veya o aşık olunmayan dansçı kızlardan birinin barın üstündeki odasında uyanmak. Kolunda sargı bezinden ibaret kurşun yarası pansumanıyla. Ve "çok işim var" aceleciliğiyle inleyerek, kızın elleriyle yıkayıp temizlediği gömleğini giyip, atına binip gitmek.

Yine o kızlar halinden memnun. Kalkıp apar topar gitmelere alışık.

Bugün de Pazar, müzeye gidecektim güya. Yağmur yağdı böyle oldu.

Pazar günü ne yapılır? Pazar günü yarım gündür, bir şey yapılmaz. Kafa ya Cumartesi'den kaldığı için sarhoştur, ya Pazartesi'de olduğu için meşgul. Verimsiz bir gün. Tüm gün to-do-listler çıkarıp, gün sonunda YouTube'da hipnoz kelimesine karşılık çıkan her videoyu izlediğini, kendi kendine hipnotize olmaya çalıştığını fark edersin. Banyodan sonra saçların bile ağırlaşır Pazar günleri. Kurumak bilmez, yere kadar uzanır, yatağa doğru ilerler kendiliğinden. Pazartesi'nin telaşında unutulacak rüyalar görmeye gitmek ister. Pazarları kimse aynaya bakmayı istemez.

Hiç yorum yok: