11 Ekim 2010 Pazartesi

Bayan Armut

Birkaç gündür hep aynı rüya. Yok, birkaç gün değil, İstanbul'a geldim geleli aynı rüya. Ayakkabılarımı çıkarıp uygun bir yerde tertiplice bırakıyorum. Yürümeye devam ediyorum. Stokholm'deymişim, ama nedense hiç benzetemiyorum. Soğuktan ayaklarımı büze büze, kah bir trenle bilmediğim istasyonlarda inip eve ulaşmaya çalışıyorum, kah dün geceki gibi Fransa üzerinden yürüyerek karlarla kaplı Stokholm'e varmak için çabalıyorum. Hiçbir yer tanıdık değil, hiçbir tren gerçek hayatta bindiklerime benzemiyor. Sürekli bir evini arama hissi, kör gözüm parmağına mesajlar. Azıcık gizemli bir şey göreydim de, "ne demek istiyor bilinçaltım acabaa" diye bilipdebilmezdengelip nazlansaydım. Belki ayakkabıyı çıkarma mevzuunu allayıp pullayabilirim, ama ona da mecalim yok.

Bir haneyi terk edince, tıpkı iyileşmeye çalışan yaranın giderek görünmez hale gelen kabuğu gibi, ev de küçülüyor sanki. İçinde sana yer kalmıyor artık. İşte, buyur, odam olduğu gibi duruyor. Ama içine sığamıyorum. Salonda da hep misafirim. Koltukların ucuna oturmuş, bir tur daha çay konmasını bekleyen. Ne biçim iş? Evim Stokholm'de kaldı, anahtarını çevirince bana açılan bir yer yok artık. Hiçbir yerde bulunmak içime sinmiyor, gece uyku uyunmuyor. Gece uyku uyumak, buzdolabını açıp neredeyse erimiş marulların arasında kendi aldığın peyniri, kendi pişirdiğin reçeli bulmak gibisi yok. Şimdi her şey var da, o iç huzuru yok. Dolapta sütlü tatlılar, elli çeşit peynirler, sonraki gece mutlu olmam için önceden hazırlanmış, çalışan anne zeytinyağlıları falan... Güzel yani, güzel bir manzara. Her güzel manzara gibi insanda düğün makyajı hissi uyandırıyor. Er geç rimel akacak, ıslak pamukla hatırasını temizlemek icap edecek.

Acaba böyle bir ruh hali de evsizliğin, homelesslığın tanımına giriyor mu? "Homesick hissediyorum" diye ağıt yakacak bir ev bile yok. Armut gibi kaldım ortada.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Nein, Davut! (Showbizden sorulur.)

Bizimkiler isimli diziyi hiç sevmedim. İlk başlarında, kimbilir, belki. Sonra, hiç. Hiç tatlı hatırası yok bende. Puslu, gri Pazar günlerini ve salonun ortasına açtığı ütü masasında önümüzdeki haftanın gömleklerini, köşeli ve fakat asla ucu dantelli olmayan, zevkli önlük yakalarını keder içinde ütüleyen annemin o genç ve güzel halini hatırlamak bile içimi ısıtmıyor. O son dakika ödevleri, halının üstüne göbeküstü uzanıp dirsekler arası televizyon ışığında ödev yapmalar falan.. Bu tespitler zaten "Ailem ve Ben", "Bebişim ve Tontişim" dergilerine bile düşmüştür, hiç girmiyim.

Cumartesi günü dost meclisinde şişe biraya Cemil diye hitap etmemiz vesilesiyle Bizimkiler'i anımsadık da, akılda kalan detayları listeledikçe bazı derinliksiz karakterler iyice battı gözüme. Düşününce herkesin hikayesini az çok biliyoruz bilmesine, fakat apar topar renk olsun diye eklenen o gurbetçi ailesini misal, bir karikatürden farksız hatırlıyorum. "Nein, Davut!" diye ünleyen, cefakarlığı Türk ama aslen Alman Ulrike, org dersi aldığı Sabri Bey'in geçkin eşi Ayla'ya platonik bir aşk duyan Pembo kılıklı oğlu ve araba tamircisi mi her ne ise işçi tulumuyla serbest meslek erbablığı eden kocası. Bir de bunların yanında çıraklık eden bir gariban kuzen veyahut akraba. Ne biçimdi.

Meselemiz o değil ama. Mesele başka. Meseleye bir isimle teğet geçiyoruz.

Davut Güloğlu belli eğimde durduğunda kasları daha gösterişli çıkıyor fotoğraflarda, galiba. Biri kulağına böyle bir şey fısıldamış olsa gerek. Denk gelip sağda solda gördüğüm albüm afişlerinde mütemadiyen koştuğu dikkatimi çekmişti. Son albüm kartonetinde koşma işine bir son verip tempolu yürüyüşe geçse de, eğimi bozmuyor ve şalvarıyla gelenekseli, dekoltesiyle metroseksüelliği selamlıyor.

Bir de Karadeniz'in Ricky Martin'i diyorlardı ya bu adama... Ricky Martin gay olduğunu açıklayınca (bu konudan çok emin değilim, biseksüelliğini de olabilir) mikrofonları uzatmış bizim cingöz (a.k.a. acar) muhabirler. "Ricky gay çıkınca siz de mi gay sayıldınız, ne diyorsunuz?" gibi binbeşyüz IQ gerektiren sorular sormuşlar. O da "onun değil, asıl Beckham'ın şubesiyim" gibi bir cevap vermiş. "İşalla o (Beckham'ı kastediyor) da böyle bir (geyli meyli) açıklama yapmaz da, bizi rezil etmez ehiehiehi" diye de eklemiş. Şu nefis şakaları okuyunca da, ne hikmetse, aklıma "Çocuklar Duymasın" dizisinden Fısfıs İsmail geldi. O da part time ambulans şoförü, part time kötü oyuncu, full time Karadenizli bir arkadaşımızdı, şovbizden.

Günün kombini: Davut'u Kılıç Günü isimli dizide naneli ağız spreyi rolünde görmeyi mesela, ne çok isterim.