22 Kasım 2009 Pazar

Okan Bayülgense, gerisi teferruattır.



Sadeleştirilmiş özet: Okan Bayülgen, Serdar Ortaç'a programında arkadan arkaya laf sokuyor. Programın konuğu, yakın zamanda Serdar'dan bir şarkı almış Yeşim Salkım, en azından bu ticaretin hatrına laf sokuşlara geri laf sokuyor. Okan Bayülgen "vuaaa-şakşakşak"larla kesilecek şekilde goygoyunu sürdürüyor. Yeşim Salkım tüm çirkefliğini bu kez doğru yönde kullanarak üzerine gidiyor. Ama tabii Okan'ın çiftliği olduğundan, bu durum fazla sürmemiş olsa gerek. Ve daha önemlisi, sonuç: Bu evde kablolunun aldığı tüm Türk kanalları bulunmalı ve bu tip şerrefsizlikler doğrudan tespit edilmeli.

Hepimiz, neredeyse-entellektüel üniversite gençliği, bir standardı göze almalıyız. Ne standardı, Okan Bayülgen'in standardı. Neye güleceğiz Okan Bayülgen, sen söyle. Pop olana güleceğiz, pop olanla dalga geçeceğiz. Sabbahlara kadar süren programına sen Banu Alkan çıkacaksın, kraliçem diye yalayacaksın elini yüzünü onun. Biz ona güleceğiz. Neydi o bıyıklı hırbo, türkücü, onu çıkaracaksın. Ona "ağbiycim, sen çok büyük sanatçısın" diyeceksin, "türküde tek isim, öyle değil mi gençler" diyeceksin, biz senin söylediğindeki ince alayı görüp hemen alkışlayarak güleceğiz bıyık altından. Altından sırayla geçen manken kızlar sebebiyle mankenleri savunduğun, sözde savunduğun zaman sana hak verip, yüce gönlüne saygıyla güleceğiz. Sonra o manken kızlardan türemiş şarkıcıları stüdyona konuk ettiğinde, yanlarında oturan ve senin entellektüel yönünü temsil eden profesörlere, sanatçılara falan söz vermediğinde, Esra-Mesra kardeşlere fevvvkalade ciddi yaklaşarak sorular sorup, cevaplarını "aa lütfen, çok güzel bir şey söylüyor gerçekten" diye şakacıktan onayladığında, biz o şakacılığı da havada yakalayıp güleceğiz. Beynimizi dümdüz edercesine gitar kanırttığında, programına rok, illa ki Fransız eğitiminden dolayı rok diye telaffuz ederek, Türkçe rok grupları çıkardığında misal, Mor ve Ötesi gibi "kokokolo emperyalis, biz Fanta severiz" diyenleri, kolejli büyük solcuları davet edip de onları el üstünde tuttuğunda, sanki bir devrim yapmışlar gibi önlerinde saygıyla eğildiğinde falan, biz de onları çok seveceğiz. Amma mesela popçular falan geldiğinde, onlar şarkılarını söylerken sen arkada dalganı geçerken de, biz de en az senin kadar dalga geçeceğiz. Birileri sana lafı soktuğunda, sen "bir saniye bir saniye, nekkadar sulu insan olursam olayım, bu benim medyatik yüzüm. Gerçekte ne kadar eğitimli ve o kadar eğitimliyim ki, dediğinin ne kadar aptalca olduğunun bile farkındayım ben." çektiğinde, "vuaaa, brrravvoo" diye seni alkışlayacağız. Çünkü sen, hem sulu, hem ciddi, hem pop, hem antipop, hem reytingsallamazbaş, hem sallabaşsın. Her türlü zıtlık senin içinde bir arada dururken, yediğin kaba tükürürken senin samimiyetinden ve o an doğru şeyi yaptığından yüzdeyüz emin olmamız lazım bu yüzden.

Sevgili Okan, sen kimsin ULAN? Yanındaki boktan şarkıcı kız Aylin Aslım kim ki, her albümde tip/trip değiştirmiyor mu? O kaç kuruşluk? Rok yapıyor diye insanlara yakıştırdığın "doğuştan farkında/yetenekli/derin" sıfatları kaçta kaç tutuyor? Rok yapanın bir o kadar yapmacık, bir o kadar, bir popstar, hem de en bayağıstar kadar basit olmasına imkan yok mu sanıyorsun? Serdar Ortaç'ınki misali, bu rok gruplarının bir formülü yok mu? Onlar da senelerdir aynı bayık şarkıyı söylemiyorlar mı? Neden bu muhteşem tespitinin alanını genişletip, onları da farketmiyorsun? Neden onların da Serdar Ortaç'la aynı kitleye hitap ettiğini görmüyorsun? Neden onların da en az Serdar Ortaç kadar, ama üstü cilalı basitliklerinin ayırdına varmıyorsun? Biri kanındaki oynaklığı, arabeskliği satıyor; diğeri stüdyoda üstüne gitar bindirilmiş özentiliği satmıyor mu? Sesinde name yapıp, daha fazla insana ulaşmaya kasmıyor mu? Gerektiğinde nostaljik pop şarkıları coverlamıyor mu, her yola gelmiyor mu? Bırak, bi rok allasen.

P.S. Yeşim Salkım senelerdir gözümde süregiden yılanlığına şu hamlesiyle son vermiştir. Yerli Rihannalığını sonsuz destekliyorum.

18 Kasım 2009 Çarşamba

A match made in heaven - Erlend & Miranda





Reklamcı ağğğbiyler Beytullah gibi sakal bırakmazdan evvel, ama Jackass starı Johnny Knoxville özentili ince bıyıklı dönemden hemen sonra böyle bir aram dönem yaşadılardı. Herkeş Erlend Øye'ydi. Herkeş. Kızlar da Miranda July. Amelie'nin küfredeni. Amelie'nin entellektüeli. Amelie'nin Fransız olmayanı. Bu kızın rüzgarında ne dandik şiirler yazıldı, handycamlerle ne dandik projelere girildi kimbilir. O yapınca yaratıcı, siz yapınca hanzo duruyor kızlar! Tıpkı şey gibi, American Beauty'nin bir bölümünde esas oğlanın poşeti dakikalarca görüntülediği bir kısa filmi vardı ya.. Hah işte, onun gazına gelip günlük hayat objelerinde sanatı arayan, poşet çeken, kaldırım çeken, dakikalarca aynı şeyi çeken, ama bir türlü hanzoluk zincirini kıramayanlar gibi.

Bu da oldu siyah beyaz sokak çocuğu fotoğrafları. Türk sanatının çinicilikten sonraki durağı, sepya fotoğrafçılık.

Şimdi biraz da başka ülkelerin sanata bakışını sorgulayalım mı?

Dünkü Yo La Tengo konserinde Ira Kaplan bir şarkı arasında izleyicilere soruyor: "Size bir sorum olacak, biraz zor bir soru ama. Bugün Modern Müze'ye gittik ve orada sınıf gezisi için gelmiş, gözleri bağlanmış şekilde gezen öğrenciler gördük. Bunun amacı nedir, bilen var mı?"
Seyircilerden bir kız bağırıyor "Sanatın titreşimini hissetmek için, lisede hepimiz aynı şeyi yaptık."
Eleman diyor "Vay canına, şimdi bunu öğrenmişken tekrar gidip yapmamız lazım."
Sonra James McNew mikrofona yaklaşıyor, "Gerek yok, buradan da yapılır nasılsa." Herkeş gülüyor.
Ira ona dönüp baktıktan sonra şöyle diyor, "Soru zor gelecek, açıklayamayacaksınız sanmıştım. Anladım ki cevabı sindirmek asıl zor olanmış."

Amerikan ağbea işte. Pratik. Anlatmış mıydım, bizim sınıfta Caleb diye bir çocuk vardı. Stockholm master sınıfımda. Caleb bildiğin obez bir insandı, şişkocuk. Ama süper bir insan. İnanılmaz kültürlü, muhabbetli. Öğlenleri hepimiz Prego isimli cafemizde yemek yerken, Caleb çantasından çıkardığı bir somun ekmekle iki litre kolayı götürürdü. "Ay Caleb, içine bir şey koymuyor musun o ekmeğin?" diye soranda, "ne gereği var işte, nasılsa aynı şeyi yemiş olmayacak mıyım?" dediydi. Ölsem unutmam.

15 Kasım 2009 Pazar

9 Kasım 2009 Pazartesi

Etten duvarlarla ördük anayurdu bir baştan.

Geçen sene miydi, bir Cumartesi Kulturhuset'te iş ve işçi bulma fuarına gittik. Camdan alttaki fotoğrafı çekmeye çalıştım. Bir süre debelendim, azimle. Titriyor, buğulanıyor. Olmuyor. Sonra Serhan makinayı eline aldı ve direktiflerim doğrultusunda bu fotoğrafı çekti. Yani fotoğrafın sanat yönetmeni benim. ŞAKA ŞAKA. En büyük Serhan.

Bir sene sonra fotoğrafa denk gelince farkettim; haftasonu olmasına rağmen sokakta onbeş-yirmi kişi yürüyor adeta. Adamlar yalnız ağbea. Herkeş evinde oturuyor, hep içine kapanmış midye gibi. İnsan sokakta gezip de eve döndüğünde gözü doymamış oluyor ete. Bizim etten duvarların yanında, lafı olmaz buranın. Omuz omuza, yan yana, can cana o Bahariye'de yürümeler, o İstiklal'de tek sıra, marş marş haller. Marşmelov olduk Atam. Bu arada 10 Kasım için Konşolosluk resepsiyon vermiyor, zaten 29 Ekim'de de çağrılmadık. Bir ufak kadehle nane likörü ikram edeceklerdi halbuki, cumhuriyet şerefine. İçtirtmediler.

"Türkiye tek yürek, tek bilek oldu" derken bunu kastediyorlar.

8 Kasım 2009 Pazar

Yok dostum, zor dostum.


Mine Koşan'ın "Kaffam çok karışık/Seksenler yordu beni" çift isimli albüm kapağı.

Bu arada iki gün önce Sacitabi'ye bir haber düştü, Ahu Tuğba ölmüş diye. Hop oturduk, hop kalktık. Neyse ki yalanmış. Allah sevenlerine sabır versin. Herhangi bir konuda.

Tey Key


Yanlışlıkla buldum da, yahu... Yahu... Lise matamatik hocası gibi kifayetsiz "yahu"lamaya başladım. Ben bu Kamer Taradağlı'dan fena utanıyorum. Vallahi. Bu adamla ilgili iki defa yazıya başladım, gazım kaçtı. Bitiremedim HOCAM. Öyle bir kompileks, öyle bir saçmalık yumağı ki; nereden tutsan elinde kalıyor. Amarıkan yapımı bir filmde oynadı diye ortalığı yıktıydı ya, eks aşkı Denise Acquia da var, bi de öbür kısa saçlı kız. Adını bilemedim. Afişte bir çocuk korosu, herkesin rolü eşit. Hepsi sırayla konuşuyor. Kamerciğim de Teksıstommiks aksanıyla konuşuyor. Bu kepaze kadronun içinde. Pis oynadığı yetmiyor, bir de çöküp kalkıyor. Hollywood yapımında oynadık biz, diyordur içinden. Oy ne güzel kuşmuşam. El de bana hayran, ben de bana hayran. "Ferhunde Hanımlar"da Nevzat'ın nişanlısını oynar da bölüm başı iki cümle ederken, kim bilebilirdi ki böyle dünya çapında şey olacağımı.

Ferhunde Hanımlar döneminden şu alttaki fotoğraf Tamer Karadağlı'nın lise yıllık fotoğrafı gibi geliyor bugünkü kırçıllı gri duruşunun yanında. Kravatı yana kaymış yakasının üstünde başka yöne bakan yüzü, seneler sonraki hayat şartlarından habersiz, kaygısız dalgacı gülüşü ağzında. Benek benek sivilceli, ağzı burnu şişmiş ergenlikten, fotoğrafçının arkasında ona el kol eden kankalarına laf yetiştirirken gözler yarı kapalı. Bir sene boyunca 12 hocanın not defterinde öyle, o dalgacıdavut bakışla mühürlenecek. Teneffüste birbirini duvar köşesinde bacak arasından mıncıklamalarla, karambolle tehdit ederler ya, aynen öyle bir bakış. OLUM, ananıs. Dur bir ananıs. OLUM, iki dakka akıllı olun LAN.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Eyvah Necdet

Okulda birçok kız vardı. Ama dur, birçok kız diye lafa girilir mi, ürkütülür mü? Okulda her dönem bir kız olurdu. Sınıfın popolaresi değil ama, o ayrı. O sınıfın popolare kızları mezun olmadan okulun hem adı hem canı çıkmışa döner; son sene bilhassa, genelev kapısında duran en tecrübeli fahişeler falan gibi "biz neler gördük anam, yürrü" jargonlarda, her türlü şirinlik muskalığını tüketip kenara koymuş, her dönemin yakışıklıbasketiyle çıkmış olurdu. Son sene, o yüzden, posasıyla, tüm tükenmişliğiyle, olgun kadın gibi bakardı gözleri. Bizim için ilk heveslerin başladığı yıllarda kendisi yolu yarılamış olduğundan, yılların yorgunluğu çökerdi üstüne.

Bir de okulun gizli kahraman, anti popolare ama bu yüzden de tam da molto popolaresi olurdu. Her sınıfın/dönemin kendi örneği olurdu bu dalda. Bu kızlar, aynı Bergüzar Korel misali, "yahu saçını kessen bildiğin erkek" denecek kadar kaba yüzlü, ne ahu göz ne bir şey, aseksüel, bir o kadar yavaş-ağırkanlı-çıtkırıldım-pimpirikli öylece okulda hayalet gibi gezinirdi. Hayalet derken, zerafetle karıştırmayalım.

Sonracığıma, bunun yanında groupiesi 3-4 kız daha olurdu. En yakın arkadaşı hatta, tıpatıp (kaş modeli, saç modeli, dudak parlatıcısı ve hırkasıyla) birebir bu kızın kopyası gibi olurdu. Diğerleriyle bu ikili, teneffüs saatlerinde pembe burun uçlarını siler, kış gelmeden okulun içinde yün eldivenlerle dolaşır, zekice bir söz/bir eylem ihtimalinden uzak, nasıl da dümdüz hayatlar yaşarlardı.

Bir lisenin tasviri isimli programı yana koyayım da, bu Bergüzar Korel nasıl bir ayakmış, ARKADAŞ! Şöyle bir ayakmış bak;
Onurbey'in gerçek hayatta eski karısıyla düğününü izlemiştik bir yaz. ŞOKŞOKŞOK diye vermişlerdi haberi. İçeri basın sokulmamış mıydı neydi, kötü çözünürlüklü bir görüntü aklımda. Halit Ergenç adeta gözleriyle yediği karısının etrafında oynuyor. Kız ellerini iki yana açmış, parmak şıklatıyor. Klasik Türk düğün dansları. Halit de akbaba gibi etrafında bir dönüyor kızın, anacım, bir dönüyor. Kollarını aça aça, palazlanarak. Karısına hasta, karısına vurgun.

Annemle İzmirli kızların nasıl da erkeği parmağında çevirdiğine hayran, öylece bakakalmıştık bu dansa. Tabii dans dediğim bir dakikalık görüntü, ama neredeyse düğünün tamamını izlemişiz gibi bir etki yaratmak için zilyon kere üstüste oynuyor. Hooop, kız omzunun üstünden çapkın çapkın, flörtleşir gibi bakışıyor müstakbel eşiyle. Hooop, palazlanıyor horoz gibi Onurbey, kızın etrafında. Efe mi oynuyor, palazhavası mı oynuyor, artık ne oynuyorsa... Görüntü kararıyor. Hoop yine baştan omuz üstü çapkın bakış, hooop yine palaz palaz, efe efe, horoz horoz. Ben kendimi insan sarrafı bilirim, böyle bakış, böyle aşk, böyle "iyi ki evlendik aşkım yea" görmemişim. Üstelik kelli felli de bir herif hakikaten. Biraz tribe girse, efendime söyleyeyim, Oktay Kaynarca gibi kendini Çakır, Çakal neyse artık o sanıp da ağırabileşse, o da holdingsahibi havasına girse falan neyse. Bildiğin İbiş gibi etrafında dönüyor.

Haaaa, şimdi asıl noktaya geldik.

Bu Bergüzar dediğimiz insan, yahu bu meymenetsiz şahsiyet, bu her okulun antipopolaresi, gizli öznesi, sen tut karısının etrafına uydulanmış bir adamı kendine uydur. Boşa, kendin evlen, bir de çocuk. Kadını itin şeyine sokmanın derdinde değilim de, arkada kalan da bir başka kadın değil mi yahu? Sonra geçen hafta Sacitabi'de okuyorum, "biz zaten taa bundan seneler önce konservatuarda tanışmış, halleşmiştik de kısmet deyilmişhihihi" diye açıklama yapıyor. Süüüüppriiiiiiz diye. Başlık da bu. Yasak aşkın adıni süprik koymuşlar. Süprik yapmış bize, Onurbey'le seneler önceki şeyini açık ediyor. Ee, o diğer kadın, o Gizem Soysaldı, o kumral saçlarını ayrılık sonrası simsiyaha boyatan İzmirli, "bundan sonra işimle anılmak istiyorum, işimle anırmak istiyorum" diyen illa ki oyuncu kadınla yaşadıkların o zaman bir ribaund ilişki mi oluyor, ULAN? Eski karın, yenisiyle aranızda katalizör müydü? Üstelik eskisi, benden yaşça küçük bir yavru, kısmetsiz. Onurbeyimparatorluğunun tebaasına girmeyeydi, şimdi Alsancak'ta, Kordon'da, artık neresi varsa orada efil efil, zahmetsiz bir Can'la suşi yiyor olacaktı. Bak şimdi dul oldu da, ayağını altına toplayıp TV karşısında çekirdek çitliyor. Olabilir. Neden?

Onurbey BinbirGece ameliyatından önce (üstteki resim) ve sonra (alttaki)


Onurbey takımın hakkını veriyor. Az da büyük almış, seneye de giyecek. Zaten zengin dediğin böyle zengin oluyor ağbea, malının kıymetini biliyor. Sabancı bir pirinç tanesini bile tabağında bırakmazmış, inanır mısın?

Bu kadınlar, bu Bergüzarlar bir ömür gizemli, bir ömür buğulu kalıyor Onurbeylerin gözünde. Evlenilse bile asla tüketilemeyen bir saflık, temizlik sembolü oluyor. Çirkefleşecek, yıkıcılaşacak, ifşa edecek, zorlayacak hiçbir yönü, bir ilgisi, bir duruşu yok çünkü bu hayatta. Diğer uçta da yaldır yaldır, paldır küldür, salkım saçak ifşa makinaları. Bilemedim, hangisi daha güzeli. Yıllar değil de, siz yordunuz beni, DULLAR!