18 Mayıs 2012 Cuma

Uça uça geldik

Stockholm'e. Ayaklarımız yere değmedi (her anlamda), söylemesi ayıp. Bütün yapılacak zevkli işler beni köşede beklerken (bir tanesi Sayın Baron von Plastik ile ortak bir proje), korkunç bir jetlagi üzerimden atmak için döne döne uyudum. Uyanınca da Gözde'nin evine yakın bir lahmacuncuya gittik. Yanına da bira. Üstüne de incebellide çay. Yerken yanımıza geldi sahibiyle eşi de, biraz konuştuk. Dükkan kiraymış şimdiye kadar, daha yeni almışlar. Hayırlı olsun. Salı ve Çarşambaları eltisiyle kocasının erkek kardeşi çalışıyorlarmış; hamuru pizza gibi yaptıklarından onların lahmacunu yenmezmiş. Bir de, yakın zamanda Türkiye'ye gitme planları yokmuş, çünkü beyi uçmaya korkuyormuş. En son annesi öldüğünde bile iki buçuk gün sonrasında anca cenazenin başına gidebilmişler. Başınız sağolsun. İlaç falan, ne içse fayda etmiyor, o uçağın sesini duydu mu saldırganlaşıyor, adeta deliriyormuş.
O zaman uçağa binen fotoğraf makinalı her alter gencin adeta mecburiyeti olan camdan çekilen bulut fotoğraflarımı, lahmacuncu abinin hatrına buracığa yerleştiriyorum.

8 Mayıs 2012 Salı

Makrodalga



Ölene kadar dinlemek için bir şarkı seçmem gerekse büyük ihtimalle Jenny Wilson şarkılarından birini seçerdim. Hatta direk bunu. Dur ya da, büyük konuşmayayım.