Yağmurlu bir gündü. Şimdiki "neşeli günler" havanın aksine.
İsveç'in bu son bir kaç haftaki "beyaz geceler"i, havanın gece birde kararması, sımsıkı, sıcacık sarması falan tamamen göze girme amaçlı. Son düzlükte ders çalışan öğrenci misali. (Buradan sonra yazının devamına doğrudan, kesintisiz, konu dağılmasız devam etmek isteyen, "sadede gel sadede"ciler, büyük kırmızı harfe dek skip eylesinler.)
Mesela ben, binelli sene süren ve hala yüksek düzeyde sürmekte olan öğrencilik hayatımın büyük kısmında hep son gece prensibini benimsedim. Hatta hukuk fakültesindeki ilk senemde Roma Hukuku sınavından önceki haftamı arşivleri taramakla geçirip, en çok sorulan konuların sorulma sıklığına ve yılına göre yedi renge ayrıldığı bir grafik hazırlamıştım. Son gece o bir kaç konunun üzerine yoğunlaşıp kitabın bir başından, bir sonundan, bir ortasından okuduktan sonra, ertesi gün 2.5 saat sürecek o canavar sınavla karşılaştığımda ananismoriset bile diyemeden, anca 25 puan edecek zavallı kağıdımı doldurmuştum. Bize kabir azabını dünyada yaşatmaya and içmiş Roma Hukuku kürsüsü ilk saatte anfiden dışarı çıkmayı yasakladığı için, önümde boş sayılabilecek kağıdımla, çalışmadığın sınavlarda en moral bozucu şey olan harıl harıl yazan kalem sesi, sınav kağıdının bir arkasını bir önünü çevirme sesleri, hocanın yanına gidip "bu konunun herrrrrşeyini biliyorum ama ne kadarını yazayım bilemedim" şovmen öğrenci-profesör diyaloglarını dinleyerek, o bir saati bin saat hacminde yaşamıştım.
Sonraki senelerde bu tip taktikleri bırakıp "bir ay öncesinden kitapları önüme koyma ve 29 gün boyunca onları dekorasyon amaçlı salon masasının üzerinde bırakma, son gün tutuşma", "kitabı gün boyunca günde 1 sayfa olmak üzere okumak ve 29. günde geri kalan 530 sayfasını okumak için popoya motor takılması ve her gün "bugün bir sayfa okudum ama kalan her gün 20 sayfa okusam bitio kitap haa" diyerek morallenme", "hem kitaptan hem nottan çalışıcam" deyip son gece 600 sayfalık kitabın içeriğini sözde 20 sayfaya indirgemiş, en önde oturup hocayla interaktif ders keyfi yaşayan kızların koca koca elyazısıyla yazdığı notlarından okuyup bir halt anlamamak" gibi piyesler sergiledim. En son insanca çalışmaya başladığımda eşeklikle-itlikle kaybolan yıllarıma çok üzüldüm. Shortcut ararken yolu basbaya uzatıyordum işte. Ama okula başlamadan okumayı öğrenip ilkokul boyu sıkılan, her zaman kendini hocayla eş derecede biliyor sanan insanlardan olunca okulu hafife almak, "ben bunu yaparım ağbea yaaeee" demek kaçınılmaz oluyor. Keşke o birinci sınıfın ilk günü kendi yaşıtlarıyla, muhtemel arkadaşlarıyla kuşatılmış vaziyette olmasına rağmen brutal vokallerle ağlayan, haykırışlarıyla sınıf camından maymun seyreder gibi bakan annelerini yanına çağıran, kendi sümüğünde gözyaşında boğulan çocuklardan olaydım. Belki o zaman herkesle aynı zamanda, senkronize yaşardım da bayık espirilerine gülmüyorum, hiçbirini beğenmiyorum diye kendime ayar çekip durmak zorunda kalmazdım.
Evet, bu dolanmanın ardından devam edelim;
Halbuki o gün feci halde bayıktım. Uyumaya bile takatim yoktu. Biri gelsindi ve boynuma masaj yapsındı. Saçlarımla ve kollarımla oynasındı. Uyutsundu. Tabii öyle büyük zevkler esnasında uyuyamayacaktım, masaj bitince muhtemelen ayık ve artık masajın sürmeyeceğinin bilincinde mutsuz olma ihtimalim artacaktı. Olsundu.
Youtube'da uykumu getirecek, kafamı rahatlatacak şeyler aranırken (relaxing, meditation, odur, budur, ne yazdıysam artık) sözde rahatlatıcı, fevkalade tek tip, sahilden denizin ordaki gün batımına doğru çekilmiş farklı çözünürlük ve kalitede fotoğraflar slideshowu üzerine "Şimdi uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Zihnimiz tamamen boşalacak. Evet. Tam da öyle." diye süregiden Amerikan işi goygoy meditasyon videosunu izlerken, yorumların arasındaki "o değil de, lita feet diye aratın bakın neler neler çıkıyor" çağrısına uyup YouTube arama barından mutluluğa gidiş, tek yön biletimi aldım. Sözkonusu videoyu kendiniz bulursunuz da, ben Lita'dan favorimi göremeyenler için linkiyle beraber aşağıya koyuyorum.
İlla bana masaj yapması gerekmez, böyle yavaş yavaş, rahatlatıcı, ağız şıklatmalı konuşması, ani nefeslerle lafının bölünmesi bile tüylerimi ayağa dikmeye yetiyor. Lita da duruma uyandı ki bu videoları websitesinde DVD setlemiş, satıyor. Parasız rahatlamak bize haram. O yüzden Bugün YouTube'dan subscription updatelerim arasına "Free Massage Video!!!" başlığıyla yeni Lita videosu düşer düşmez, salyalar akıtmakta tereddüt etmedim. Önceden izlediğimi farkedip hayal kırıklığı yaşasam da, yine Lita girdabına saplanıp, kah gözüm açık, yarı açık, kah kapalı eski videolarına sığınıp, kendimi bıraktım. Hava zaten 37 derecelerde (evet, İsveç'te 37) seyrediyor, bir de yanına Lita açtım mıydı Seyşellerde tatil yapan yeni evli çifler gibi oluyorum (karılı kocalı her ikisi birden, o derece büyük bir zevk).
İşte, bak, ona gelecektim. Hava mis gibi, iki gündür Skeppsholmen'de kah piknik esnasında aradan aradan, kah güneşin altıda direkman piliç gibi kızarmayı bekliyorum. Yarım saat o sıcağa dayanabilsem, sonraki yarım saati ağacın altında su içip soluklanarak geçiriyorum. Bu güzel yazı, domuz gribi olduğundan karantinada geçirecek Jens Lekman'a da ayrıca acıdım ha. Mehmet Tez'in blogundan okuyup öğrendim. Hazır üstsüz güneşlenmek ve şehirde denize girmeye de izin çıkmışken, yazık oldu gelseydi belki ona da bir iki ekmek çıkardı bu sahilde.
Hadi, ben Skeppsholmen'e gideyim de, güzel fotoğraf çekersem akşama şeyederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder