8 Nisan 2009 Çarşamba

Bir başka gün

Köfte yoğurmak için hem yürek, hem bilek gerekiyor. Üstteki fotoğraflarda bileğime kadar köfte çılgınlığına batmışken televizyona kaygılı bakışlar atıyorum. Annemden almışım bu özelliğimi, ciddi olunca üzülmüş gibi bakarım.
Ne kadar "annem olmayacağım derken, tam da ona dönüştüm" hezeyanlı kadın köşe yazarı okudum, çöp film/dizi repliği duydum, bilinmez. Yine de söyleyeyim; annem gibi olmayacağım dediğim yılların ardından içimde bir düğmeye basılmışcasına anneme dönüştüm. Spider Man'in simsiyah badili madili gezdiği bir film var ya, aynen öyle. Aniden, bir seferde farkettim. Kaçış yok, antikor yok. Senelerce ergen ergen kusur bulduğun her şeyin, gözüne insani ve kaçınılmaz göründüğü bir noktaya geliyorsun. "Ulan", diyorsun, "annem olmak kaçınılmazmış". "Ben olsam daha beter olurdum, annem kadar bile olamazdım." Tabi kendine palavra sıkan bir tip değilsen. Eğer hala "annem bişey bilmiyor ağğbeaa" triplerindeysen Pendik-Kadıköy hattı minibüslerine atlayıp Akmar'a, olmadı karşıda oturuyorsan Taksim'de Atlas Pasajına geçip yere otur arkadaşlarınla gelen geçene "bozuk paranız var mı ağbeaa, bira alıcaz" çek daha iyi.
Anneler daha iyi bildikleri için değil, senden önce tükendikleri için çıkış yolunu bulmuş oluyorlar bir şekilde. Eriye eriye. Onlar da batırmış, ben söyleyeyim. Ama sen doğana kadar veyahut sen daha yaşıtlarınla yüzme havuzunun dibinde şarkı söyleme yarışması yapıp ortakulak iltihabı kaptığın sıralarda bunlarla uğraştıklarından çoktan bilgelik çöküyor üstlerine. Benim annem evhamlıdır, o yüzden ağır ağır konuşan, bilge yaşlı kadın tripleri yoktur. Ama evhamını tel süzgeçten geçirince bilsen neler neler dökülür.
MR'da kemik incelmesi çıktı bende. Çoluk çocuk bile yapmadan daha. Karnımın içinde dururken oluk oluk ona kalsiyum bile akıtmadan daha. Ya, evet, çocuk yapmayı düşünüyorum. Gerçekçi olalım, herkes dünyaya bir benzerini getirmek, dölünü dünyaya saçmak için bir dönem çıldırıyor işte. Böyle bir şansın varken, ufak ufak tanrıyı yaşamak, höt dedim mi susan bir kopyanı kucaklamak istememek doğaya aykırı. Narsist varlıklarız, ben yokken de ben olmanın nöbetini birine teslim edicez bir şekil.
Onu diyordum, kemik incelmesi çıkmış, kıllı yünlü teşhisler konmuş. Canım sıkıldı. Türkiye'ye bir haftalığına gidiyorum. Hem anneannemin hastalık durumu ileri aşamasına geldiğinden, hem doktor ziyaret etmek için. Malum burada sosyaldevlet sayesinde kocakarı ilaçlarına mecbur kaldık.
"Bana doktor ayarlayıver" dedim anneme. Hatta ben evham yapmıyor diye kıllandım ilk başta, "üvey evlat mıyım ulan, neden üzülmüyor bu kadın" diye dertlendim. Sonra doktor ayarlama işinde hemen uyuşmazlıklarımız başladı. Annem uluyücebilgepahalı bir doktora gitmek istedi, ben de onların işi ticarete vurduğunu, ortayollu bir doktora gitmemiz gerektiğini söyledim. Sonra annem öyle dedi, ben böyle dedim, baktım yine didişiyoruz telefonda. Yahu, ömrümün yarısından fazlasını aile disfonksiyonumuza kimi zaman anneme anne rolünde, kimi zaman tek çocuk olma dertleri çekerek katılımda bulunmuş bir insanım, 27 yaşına gelmişim. Hala mı anne-ergen çatışması? Yok işte, hala o model. Bizde update olmuyor. Annem formatı çakamadı şu iletişimimize. Sürekli error veriyoruz. Dinlemiyor, hak vermiyor. Bir kere kendi düşünüp benim dediğimi mantıklı bulmuyor. Hep tepki. Yorulmuşum haliyle.
- Yahu beni neden dinlemiyorsun?
- Seni en güzel doktora götürüyorum işte, daha ne?
- Benim derdim o değil ki, ortayollu bir doktora gidelim işte!
- E ama en güzel doktora götürüyorum ne güzel.
- Yahu anne, ben sen kötü doktora götürüyorsun mu diyorum?
- Ama en güzel doktoru anca ayarladım işte.
- Anne sen beni hiç mi dinlemiyorsun?
- Hiç sana yaranılmıyor var ya Elmira!
- Yahu anne bana niye yaranamayasın, hele bir dinle, ben diyorum ki...
- Canım anca bir haftalık geliyorsun, orta yollu doktor gezecek vakit yok, tek bir doktora götürüp halletmemiz gerekiyor bu işi.
- HAAAAAA tamam o zaman.
Görüldüğü üzere yeterince inatla süzersem, arkasındaki mantık anlaşılabiliyor. Ben süzmezsem en iyi doktora götürüyorum, beğendiremiyorum/yahu anne benim derdim o değil, anlamıyor musun döngüsü sonsuzluğa uzanacak.
Karakterli annesiyle yanyana gelip de çatışmayan tek karakterli arkadaşım yok. Anlaşılan "olursa bir evde dü zen (iki kadın manasında), olmaz o evde düzen" lafı bir milyarıncı kere tekrarlanmayı hakediyor. Arada bir gerilim oluyor, birbirine karşı önyargı oluyor, "nasılsa beni böyle görüyor, ne yapsam kendimi anlatamıyorum bari hırçınlaşayım" diye iki taraf da kedi gibi geriliyor, sonra ilk lafta birbirine atlayıp kafa göz tırmıklıyor.
Annemin annesiyle ilişkisine bakınca görüyorum ki, annem 75 ben 52 yaşıma gelsek de bir şeyin değişeceği yok. Bizdeki çocuk yetiştirme yöntemlerini çocuk yetiştirmekten ziyade, çocuğu bağımlı kılması, zamanla eli kolu uzadıkça onları kesip, kendisinin hizmet etmeyi göze alması üzerine kurulu. Sonra da hizmet etmekten yorulma, ama bir yandan bu bağımlılığı yarattığı için hizmete devam etme ve evladına hırslanma, "ulan, ömrüm sana hizmet etmekle geçti" kırgınlığıyla, küskünlüğüyle salonda çıkarılan botlara illet olma ve şarlama şeklinde sürüp gidiyor.
Üzülsem de bu gerçeğin içine doğmuşuz. Annem beni otuz sene görmese, eve girdiğim otuzbirinci sene ayağıma çorap verecek, sen yapamazsın diye lavabonun kenarından itip bulaşıkları bildiği gibi yıkayacak. Peki ben kendi evladıma aynısını yapmayayım diye bu huyları lazer epilasyonla nerede temizleticem DNAmdan, size soruyorum. Özellikle Serhan'a, çünkü bir genetikçi olarak biliyor böyle şeyleri.

5 yorum:

ToTo dedi ki...

seni böyle mutlaka görmem lazım canlı...beyaz tshirt acık renk kot..eski elmirayı hatırladım.daha az kadınsı:)saclarda tatlı toplanmıs:))

Ali dedi ki...

Aaa Serhan genetikçi mi?
Ben Serhan ı tanıyorum galiba.
Bilkent ten mi mezun?

Elmoş dedi ki...

Evet, evet. O da seni tanıyor. Geçen gün farketmiş. :) Dünya ne küçük, dedik bile.

Ali dedi ki...

Serhan a selamlarımı ilet, bu post u okumayabilir =).
Temiz,iyi bir insan derler ya, öyle biri olarak hatırlıyorum(hangimiz kirliysek artık :))

Adsız dedi ki...

Harbiden alakasız yorumlar oluyor ama hazır hızımızı almışken... Ne yalan söyleyeyim fotoğrafı ilk gördüğümde ben kan aldırmaya falan gittin zannetmiştim. Foto-romanda tongaya düştük sanırım. :) (Aman tabii öyle bir durum olmadığına sevindim elbette.)