26 Nisan 2009 Pazar

Başka yerde arama, homesicklerdeyim.

Geri geldim. İsveçlerdeyim. Gönül olarak da homesicklerdeyim.
Garibanam'ı arkamda bıraktım, Havaş midibüsüne binerken camdan karşılıklı ağlaştık. Fevkalade karışık hisler içindeyim.
İstanbul'a yabancılaşmanın konforunu yaşadım 7 gün boyunca. Bir buçuk gün haricinde vaktim olmadı ki halka karışayım, yürüyeyim, Moda'da banka oturup denizi izleyeyim, uyku tutmadı diye gece perdenin arkasından ışığı yanan apartmanları seyredeyim, bir sigara yakayım. Eski günlükleri okuyup "hepsi geride kalıyor da, insanı yeni gelenlere hiçbir şey hazırlayamıyor" diyeyim, annemle karşılıklı çemkirmelerimize bozuk atıp döneceğime sevineyim. Evin oradaki dondurmacıda 5 top sipariş edip çorbaya dönünce kaşık kaşık içeyim. Başımı uzatıp geri çekmişcesine bir hızda bitti gitti işte.
Poponuzla gülmezseniz bir şey söyleyeceğim ricanızla; annemin yanında evin küçük kızı değilmişim artık. Geçip gitmiş. O günler geçmiş, basitçe. Bu kadar basitçe gitmiş. Başka biri olmuşum o evin içinde. O ev başkalaşmış, annemleşmiş. Ortak bir yaşam alanından, bireysel bir mabede dönüşmüş. Her yerde taklarım kurulmuş, posterlerim asılmış. Kızı bırakıp da yurtdışına giden yalnız bir kadının evi olmuş. Vaktinde çok süslü diye, çok pullu diye, çok eskimoda diye varlığına katlanamadığım ev dekorasyon öğelerinin işgali gerçekleşmiş. Artık o evin cumhurreisi annem diye.
Geldim falan işte. Stockholm normal. Ona en yakışan sıfat bu. Gayet normal. Duruyor öyle. Gidip gelene kadar evin yanına yeni binalar yapılmamış, kuruyemişçinin yerine kurutemizleme açılmamış. Yeni bir moda gelmemiş, kızlar birden bir örnek o modaya uygun giyinmeye başlamamış. Cahil cesareti, cahil sevinci, umudu yok burada. Herkes, her şeyi biliyor diye eli ayağı bağlılık hali hüküm sürer. Kimse kendi hadsizliğiyle, kendini bilmezlikle olmadık bir şey yapmaz. Herkes yapılması gerekeni hisseder de uyar. Başkaldırışları bile arabesk değildir. Başkaldırışları bile moda dergi sayfası işidir. Biri yün çorabın altına topuklu ayakkabı giyiyorsa, kapıcının karısı değildir. Yeni moda odur. Biri şalvar giyiyorsa, böyle oryantal şeyler moda diyedir, hanzo kıro diye değildir. Biri içiyorsa sıkıntıdan, başka yapacak iş olmadığındandır. "Haftasonu geldi, iş yeri gri atmosferinden kopma vaktidir" sevinciyle değil.
Neyse.
İstanbul'da neredeyse her gece yatmadan önce "Yemekteyiz" seyrettim. Modası geçmiş, Reytinghamdileşmiş bir espiri gibiydi. O kadar köşe yazarı yeni konu bulmuş olmanın sevinciyle parça pinçik edene kadar irdelemeden, Ekim ziyaretimde kendisini keşfetmiş, ilk bölümü dizi sanarak izlemiştim. İyi ki o zaman izlemişim de başka gözlerden her türlü dinlemiş olmamışım.
Handeyner yeni albüm çıkarmış. Yine kızı şopar etmişler gey kardeşler. I kissed a girl and I liked it isimli kıza benzetmişler. Saçını boyamışlar, korseler giydirmişler. Yine kuaförde saç boyatırken Günaydın ekinden okudum ki; saatlerce dans dersi almış. Kaçtır kliplerinde Zombi/yaşayan ölülerin dönüşü kesik kesik dansları yapıyor, bir defa ahenkli dansettiğini görmedim. Bir de "artık değiştirdim, rotamı kırdım, bambaşka sulardayım" buyuruyor ya, sigara dumanından boğulmalı, kalın enseli Merso'lu abilerin el havada, ters selam verir gibi "sana kırmızı çok yakışıyor/acemi balık gibi ağlara dolanıp" dansları ettiği yerlerde bu modernliğini sergilemesine hastayım. Ablacım, kitlen değişmedi mi senin? Babylon daha kapısını açmadı mı sana? Azıcık entellektüel görünemedin ki koko çekmekten, yüz kilometre geriden Dünya popüler müziği takip etmekten. Yanındaki hıyarları birbirine monte etsen (birinin pipisi diğerinin poposuna), kendi goygoy müziğine geri dönsen.
Okanbaybaybaymacaülgen'e çıktı bir de bu abla. Sahnelerden birine İstikbal Mobilya bir yatak kurdurmuş. ULAN, azcık artiz bişey yapsaydınız ya, sünnet düğünü salonuna çevirmişsiniz ortalığı. On santimlik topuklu ayakkabılarıyla zombi dansı yaparak yatağın üzerine çıktı ve gençleri seksten komple soğuttu bu insan: Pirinç yatak başlarına tutunup erotik das yaptı.
Sonracığıma Bora Uzer, böcekadam GüvenErkinErkal'ın sarışın cüce bir kızla yaptığı programa çıktı. Atatürk yalaklığı yaptı. CHP kadınkollarına bağladık bir anlık. Sonra canlı şarkı okudu, beğendim.
Seda Sayan hiç izleyemedim. Denk gelmemişim saatine galiba. Petek Dinçöz gördüm ama. Komik bir kahkul kestirmişti. Hani bu kızı modern sosyetiklerden biri giydiriyordu yahu? Çingen mahallesine dönmüştü yine.
Uçakta başıma ne gelsin? Sen tut, yanıma İsveç'te eşibenzeri olmayan, hayatımda bir metroda, otobüste görmediğim kadar iğrenç ter kokan bir deli adam oturmasın mı? Sol gözle kitaptan fırsat buldukça kesiyorum adamı. T-shirt, polar üstü kalın bir hışırtılı yelek giymiş. Gözlüğünü cebine koymak için kolunu dirsekten kaldırıp bükünce dünyam durdu adeta. Diyorum, yahu bu ne biçim İsveçli? Çiçek gibi herkes. Gençkızlar, gençoğlanlar arkama önüme oturdu bak, onca hormona rağmen hepsi misk-i amber. Bu adam baca gibi, leş koku yayıyor. Elinde bir Tansaş poşeti, içinde Sabah gazetesine sarılmış bir paket. İçinden börek ve muz çıkardı, benim salamlı sandviçimle koku atışmalı yedik karşılıklı. Sonra önünde duran suyundan bir yudum aldı, şişeye baktım; Milas Belediyesi. ULAN, şansımı öpeyim dedim. Böyle Kaçık Profesör, Emektar Arkeolog tip gelmiş, Milas-İstanbul aktarmalı Stockholm'e dönüyor. Elleri, yüzü güneş altı kazılardan esmerleşmiş. Başından çıkarmadığı kasketinde dalga dalga, ince, beyaz ter katmanları. İzohips haritalaşmış.
Yolculuğun kaçıncı dakikasıydı hatırlamıyorum, (bayılmışım) o polar çıktı. Yerini sunburst, taşlanmış mavi bir t-shirte bıraktı. Giderek cama yaslandım. O minik delikten içeri hava girdiğini ve burnuma temiz temiz yaklaştığını hayal ettim.

Falan filan. Sıkmayın canımı, ben biraz dışarı çıkıyorum.

Hiç yorum yok: