19 Nisan 2009 Pazar

Ananemin doğumgünü falan

İstanbul'a gelince sevindiğim şeylerden biri, burada kedim olduğunu hatırlamam, görmem, dokunmam, ufak ağırlığını kaldırmam oldu. Bonbon aklımdan tamamen çıkmıştı. Siyahlı tekirli bu ufacık kediyi görünce bir yandan asabım bozuldu. Hemen alıp, İsveç'teki hayatıma monte etmek istedim. Ama maalesef 3 kiloluk kendisi, İstanbul'da kalması gereken güzelliklerden bir tanesi. Tüm ufakkafalılığı, tüm yemekçalmacılığı ve tüm pofur tüyleriyle karşınızda Bonbon şöleni.
Ayağımın tozuyla mutfakta annemle pasta yaptık. Annem, Speedy Gonzales gibi oradan oraya koşturuyor, kremaları çırpıyor, meyveleri yıkıyor, renklendirici tozları başka kaplara dolduruyordu. Mutfağını da askeri üssü bellemiş, içinden çıkaramıyoruz. Kırmızı/pembe kremaları ben sıktım, ananeme helezonik desenli muhteşem bir çileksiz pasta yaptık. Çünkü İstanbul'un çilekleri oflayn vaziyetteydi.
Bu da o pastanın TA KENDİSİ. Kenarındaki kremaların düzensiz desenlerinden anlıyoruz ki, şairin burada kafası bozulmuş ve krema sıkacağına seslenmiş.
Ekstraordiner doğumgünü fotoğrafçılığımda aile fertlerimi inci gibi yanyana dizip fotoğraflamadım. Aksine, doğalarında uzaktan gözlemde bulundum. Berkay, pastayı lüpletirken. Manitası Aslı uzaktan tüm zerafetiyle ayılığına gülüyor.
Out of focus hayatlar. Makina elimde gezince, bir fotoğrafım olmadı koskoca doğumgününden. Eniştem "gelin sizi çekeyim" dedi, verdim eline. Tabi tam olması gereken yere, arkamızdaki dolabın kulbuna odaklayınca ananemle rüya misali buğulu kalmışız. Anane-torun buğulama.
Ananem bir yaşına daha girdi. Fuşya beyaz, çılgın bir pastayla. Ve malesef ki yürüteciyle. Mumları üflerken hepimiz için iyi şeyler, kendi için de sağlık diledi. Hepimiz de mumu üflemediğimiz halde, en çok ona sağlık diledik. En azından bir sonraki doğumgününü de ayakta görebilmesini diledik. Annem diyor ki "tüh, bir mumu unutmuşum". Yaş tahminini siz seyircilerin takdirine bırakıyorum.
Sonra doğumgününden ayrılıp, Karaköy'e doğru vapura bindim. İstanbul hatırası kartpostal fotoğrafçısı boktanlığına girmemek için fotoğraf makinasıyla vapuru tavaf etmedim. Instead, pozun bana gelmesini bekledim. Gelmedi. Ben de akşam güneşinin hüzünlü vuruşunu ve üzerinde düşüncelere dalıp, kaybolmuş insanlar taşıyan lacivert derili vapur koltuklarını çektim. Ne zaman vapurun güneş almayan tarafına otursam, çevremi bu karanlıkta algılıyorum. Neden fotoğraf uğruna ışığımın yönünü değiştireyim ki, dedim kendi kendime. Tanımadığım insanların yüzünü çeksem ne olacak. Soru değil, ondan soru işareti yok.
Tolga'nın bu Alien Workshop hırkası ben kendimi bildim bileli bol sigara dumanlı ve terle beraber bira dökmeli gecelerin vazgeçilmez kostümü olmuştur.
ÇOK GÜZELSİNİZ, ULAN! Bir karbon kopyanızı Stockholm'e götürsem de altıma işeyene kadar gülsem yine.
Ayş ayş beybi.
Karılı kocalı bol bol fotoğraflarını çekmişim ben bu insanların.
Fotoğraftaki Barış. Gizli bahçe'de biralı-danslı akşamın sonunda incebelliden çayını yudumluyor. Yudumlamak üzereyken.
Utku kahve içti. Alter misin ağbeaaa.
Şunları yollayayım da, arkasından geceyi Tolga'nın makinasından bir görelim mi, ne dersiniz?

1 yorum:

ToTo dedi ki...

''Gencallar'' dan hep ekmek çıkmıştır,bu gecede öle oldu:)Simply Red ile ortamların kralı olunsaydı...:)
kim bilir kacıncı kez ayaklarımız en kral ''break''figürlerini gizli'de sergilemiştir ..Kabinin önü kala aşınmadıysa..devammm.