3 Aralık 2008 Çarşamba

Stockholm syndrome


Yo La Tengo'nun Stockholm Syndrome diye bir şarkısı vardı, ordan esinlendim. Ben aslında ne demek bilmiyordum. Geçen gün bir filmde geçince anladım, ikinci kere başka bir filmde veya bir makalede geçince pekiştirdim. Hemen kendimle özdeşlik kurdum. Cin fikirli bir insan olarak acaba bu sendromun ismi Stockholm'ün benim gibi başka insanlara da başta antipatik, sonra muhteşem gelmesinden kaynaklanıyor mu, acaba Stockholm başta bizi esir alıyor, biz de zamanla bu esarete alışıp aşk mı duyuyoruz gibisinden Viktor Hügolaştım.
Kütüphaneye geliyorum ya; ilk yarım saat-kırk beş dakikayı kafadan yok sayacaksın. Afyonum patlamıyor. Gece yatmadan önce aklıma gelen saçma şeylerle ilgili araştırmalar yapmak istiyorum o anlarda. Sanki uzmanı olucakmışımcasına. Ders çalışmayı geciktiren bir durum olsa da, kafamı toplamamı kolaylaştırıyor. Dün sabah da bu anlarımda sendromun isminin nerden geldiğini öğrenmek için wikilerken bir de baktım ki oradaki örnek Stockholm sendromu olaylarını, kurban ve faillerini murderer.com, realkiller.net gibi gore ortamlarda araştırdıkça araştırıyorum. Kütüphanedeyim diye bir yandan da millete rezil olmayayım kaygısı, etrafa tekinsiz bakışlar, monitörü elimle itip itip kakmalar.. Arkamda oturan var, yanımda oturan var, bir baksa monitöre abuk subuk fotoğraflar, katillerin dava eskizleri vesaire. Manyak sanacaklar, alter sanacaklar, satanik sanacaklar. Satanik dedim, aklıma ne geldi, Stockholm'de bu ay 5 siyah kedi öldürülmüş, ya. Yerel gazeteteden kırık İsveççemle okuyup öğrendim. Bu işte sataniklerin parmağı olduğundan neredeyse eminim. Ama İsveç'te her satanik olayda basacak bir Akmar Pasajı yok elbette. Sineye çekiyorlar.
Ne diyordum, sonra bu sabah trende bir çocuğun yanına oturuyorum. Elinde The Economist. Kendisi de 3-piece-suit bir görünümde. Para piyasaları ve oklu çeşitli grafiklerine sol omzu üstünden dikiz atarken bir de baktım 74. sayfada Stockholm Syndrome diye bir başlık. İkinci kere bu sefer kendiliğinden karşıma çıktı. Şimdi anlatınca çok da bomba bir hikaye değil. Ama yazdım bir kere, silmeye üşeniyorum desem. Bir de üstünden zaman geçince belki beğenirim, ay iyi ki yazmışım diyebilirim. O an hakkını veremeyip, sonradan okuyunca çok hoşuma giden minik tespitlerim oluyor çünkü. Harcamıyım. Ben bunları lüpür lüpür yazıyorum, sonra kökü kurusa nerde neyim var unutulacak. Günah.
Asıl benim diğer bloga yazacağım iki adet başlığım vardı. Ama şu anda ders çalışmam icap ediyor. Tekrar gelicem.

Hiç yorum yok: