24 Aralık 2008 Çarşamba

Taze taze proje

Zehlemin gittiği aktör/tristlerden bahsederken şunu düşündüm;
Türkiye'de sadece reality showlarda ve çakma yönetmenlerin çakma filmlerine dair gündeme gelen bir yapıcı eleştiri konsepti vardır. Bebege evlerinde, aşk yarışmalarında acımasızca eleştirilen insanlar durmadan yapıcı eleştiri beklediklerini tekrar ederler. Falanca film gösterime girer örneğin, medya bombalamaya başlar. Savaş Ay çıkar, "ben yazmıştım bu filmi" der. Eğitimsiz köşe yazarları (adamın profesyonu kumandatör olarak evinde oturmak ve kanal değiştirmek. Adam televizyon yazarlığından bunu anlıyor.) mesela, "ben gittim, izledim, beş para etmez" çeker. Yönetmen çaresiz "beni anlamadılar" haykırışlarından vakit buldukça (seni anlamadılar değil de, sen anlatamadın belki? hiç düşündün mü bunu?) yapıcı eleştiri diye yırtınır. Eleştiri olmalıdır elbette, ama her eleştiri de böyle sanatı küçük düşürmemelidir yahu! En azından filme harcanan saygıdan ötürü film hakkında yapıcı eleştiriler şeyedilmelidir.
Türkiye'de yapıcı eleştiri filmin/kitabın/eserin yönetmeninin komplekslerini görmezden gelmemizi beklemesidir. Ben söyliyim. Şimdi şu boktan yönetmenlerin, sanatçıların, mankenden devşirme oyuncuların yapıcı eleştiriyle kendini ne kadar yapacağını tartıştırtmayın bana kendi blogumda. Adam "eleştiriyormuş gibi görünüp yıka-yağla" diyor. Türkiye'de yapıcı eleştirmek diye bir gelenek yok. Eleştirmek diye bir gelenek yok hatta. Türkiye'de her şey durağanlığın ve değişmezliğin ne kadar güvenli olduğu varsayımı üzerine kurulmuş. Eleştirmeyi bilmeyen adama bunun yapıcısını öğretemezsin yani. Bu konuda anlaşalım.
Şimdi;
Yapıcı-yıkıcı eleştiriyi gerçekleştirebilen bir ülke düşünelim. Bu ülkede yapıcı eleştirinin çoğu da zarar getirmiyor mu? Getiriyor. Örneğin bir Will Smith, bir Denzel Washington denen insanlar (ikisinin de siyah olması tamamen tesadüf) benim gıcığıma gıcık katıyorlar, tebrik üstüne de tebrik alıyorlar, kendilerini iyice yerlerine zamklıyorlar. Halbuki en azından bana tartışmasız yapmacık ve itici gelen mimikleri var. Denzel'in gülerken aniden "ha, gotcha, ben gülmüyorum koçum" çekmesi. Will'in her filminde illaha ve vallaha "hiçkimseyi sallamazken bile nasıl da coolum, dünya yıkılırken bile tipik Amerikan espirimi yaparım, yüzümde o salak ifadeyle hem bir şey anlamayan hem de bir şey anlamayan haliyle bile dünyayı kurtaran Amerikalıyı hakkıyla oynarım" duruşu beni cinlendiriyor. Biri Oscar aldı, diğeri de alır, artık Obama da başta, dünya zenci olsun. Olsun anam. Zaten Obama da Türkmüş. ŞAKA. Gerçeklik payı vardır. Sabah gazetesi, arka kapakta (dötünden) açıklasın da rahatlayalım.
Bu oyuncu arkadaşlara bir hizmet götüreyim diyorum. Sloganımız da "hizmeti ayağınıza, ünlüleri dize getiriyoruz!" Bu işe para yatıran ünlülere nasıl bir servis sunuyoruz, şöyle:
Gelen ünlüyü onu sevmeyen bir grup insanla beraber oturtuyoruz. Kronolojik olarak oynadığı tüm filmleri izletiyoruz. Arada bu insanlar filmi istediklerinde durdurup parmakla illet oldukları mimikleri ve tavırları gösteriyorlar. Bu amatör kısmı. Sonra daha profesyonel şekilde film eleştirmenleri odaya giriyor ve oyuncunun şu ana kadar kariyerini mahveden veya ucuzlaştıran filmlerini ve oyunculuk hatalarını teknik olarak ona açıklıyor. "Beğenmiyorsan izleme kardeşim, bana ne" demekten peşinen imzaladıkları sözleşmeyle feragat eden oyuncular, bu yıkıcı eleştirilerle tüm gün muhatap oluyorlar. Sonra, kötü yönleri hakkında tamamen ikna olduktan sonra yani, eve yollanıyorlar. Egoları da törpüleniyor. Oyuncuyu sevmeyen sıradan vatandaşlar, onunla filmlerini izlerken odada uyuz bakışlar atabiliyor, uflamak puflamak da serbest. Yani vatandaş da ayağına gelen ünlüyü tekmeleye tekmeleye deşarj oluyor.
Bu işte çok para var. Daha ötesi bu sayede bir çok oyuncu zayıf yönlerinden veya daha kötüsü artık "o" olduğu, etkisi altında kaldığı rollerinden arınabilir diye düşünüyorum.
Blogu takip eden bu ünlü arkadaşlar için numaram:
555-U-SUCK

Hiç yorum yok: