27 Mayıs 2009 Çarşamba

Yonca Evcimik'le ilgili bilmek istediğiniz her şey



değilse de benle bağlantılı nice şey anlatmaya karar verdim.

İleri zekalı bir babanın enteresan çocuk yetiştirme yöntemlerine senelerce maruz kaldım. O bakımdan diyebilirim ki, nadide, eşi benzeri olmayan bir insanoğluyum; hem iyi, hem kötü anlamda.

Bu yöntemlerden en acımasızı, babamın daha bebeklikten çocukluğa geçiş dönemimde bana müzik konusunda yaptığı baskılardır. Bir nevi sabırsızlık. Babam isterdi ki, ben daha küçükken yetişkin olayım birden, ona göre konuşayım, seçip, beğeneyim. Onun gibi Pink Floyd, Doors, Jethro Tull, Queen, Led Zeppelin, Jimi Hendrix, Frank Zappa falan dinleyeyim. Türkçe olacaksa da Erkin Koray. Bir de her nasılsa kabullendiği MFÖ. Bu saydıklarımdan belki de dil handikapı sebebiyle sadece Erkin Koray ve MFÖ'yü benimseyebildim o dönem. Evde bir Gestapo babam, müzik setini sadece o açıyor, dinlenecekleri o seçiyor. Fazla şansım yoktu yani. Anane evinde duyduğum plaklar haricinde. Teybi veya sonradan gelen büyük müziksetini kullanma hakkım olmadığı için de hiç kaset almadım. Tek istisnası Mory Kante'nın Yeke Yeke'sinin olduğu albümdür. Kendi dilimi veya İngilişceyi geçtim, bana ait bir kasetim olmasının sevinciyle kaseti A1'den B tarafının son şarkısına kadar Afrikanca ezberlemiştim. "Müziğe baba karar verir" yazısız kuralını da her evde de böylemişcesine, benimsedim. Halbuki Frances Bean bile çocukluğunda annesi Courtney Love'ın elinden tutup "beni Spice Girls'le tanıştır" buyurmuş, tutturmuş bir insan. Ben de çocuğum ULAN, bastırdıkça ne kadar algım gelişebilirdi ki?

İlkokula başladığım sıralar Türkçe pop Kayahan-Sezen Aksu-Ajda Pekkan-Nilüfer döngüsünden kırılır gibi oldu. Doksanlara girmek üzereyiz. Herhalde o sıralar dünyada pop müzik 80'leri arkada bırakmanın verdiği mutlulukla yeni açılımlara gidiyor, herhalde yapımcılar bu Fantastic Four'dan sıkılmış ve kısa dönemde daha fazla para kazanabileceklerini farketmişler. Küçük kasetçiler olurdu Kadıköy'de Balık Pazarı'nın civarlarında. Onların önünden geçiyoruz bir Pazar günü annem, babam, ben. Önce ses çıkarmadım, galiba midye tava yemeye gidiyorduk. Dükkanın önünden geçerken posterine baktım, içim gitti böyle. Televizyondan görmüşüm, çok sevmişim Yonca Evcimik'i. Bilmediğim, hareketli bir müzik yapıyor, hem dinlemesi öyle zevkli. Bir de serde servis kültürü var. Çatır çatır Türkçe pop radyoları açılmaya başlamıştı galiba o dönem. Veyahut serviste, arkadan servisin kodamanları (5. sınıf çocukları oluyor bunlar ekseriyetle) kaset uzatırlardı. O çalınırdı. Oradan bir aşinalığım var. Ve o kaseti öyle çok istiyorum ki. Ses edemedim. Annemin elinden çekiştirdim herhalde biraz. Sordu "nedir, noldu kızım" gibisinden. Kaseti gösterdim. Babam "alınmayacak, çöp bunlar" dedi. Çöpse çöp yahu, 9 yaşında falanım. Benim kafam ne ki, çöp dinlemeyeyim? Danslar, renkli taytlar, ne bileyim.. Güzel gelmiş, gözüme hoş görünmüş işte. Bir posta yürüdük, sonra ikinci posta kasetçinin önünden yine geçmemiz gerekti. Huysuzlandım. Annemle babam tartışmaya başladılar. Annem almak istiyor, babam "alınmayacak" diye diretiyor. Seçimimden hem babamı hayal kırıklığına uğrattığım için utanıyorum, hem üzülüyorum, hem de bir kaset için kavga etmeye başlasınlar istemiyorum. Almayalım, gidelim oradan istiyorum. Ama o dükkana girildi. Babam dışarda zevkimi protesto ederken, annemle aldık o kaseti. Eve geldik. "Ben evdeyken o dinlenmeyecek" dedi babam. Ben de o anki çocuk sevincimle kabullendim. Sonraki günlerde babam işten gelmeden hep o albümü dinledim. Televizyonda da çıkıyordu zaten. Show TV gençlere yetenek yarışması gibi bir şey düzenliyordu, haftasonu sabahtan akşama kanal stüdyosunda, izleyicilerle çekilmiş konser gibi klipleri oluyordu. Oradan da Tayfun'u, Tarkan'ı falan öğreniyorum o sıralarda. Evde hep danslarını yapmaya çalışıyorum. Sonradan kafama kaktılar zaten; iki de yaşıma yakın kuzenim vardı erkek. Onları arkamda dansçı yapıp Yonca Evcimik oluyorum falan. O dönemler kuzenim Berkay'la banyoda deterjanları, her türlü sıvıyı karıştırıp deney yaptığımız, teybe radyo programı yaparmış gibi sesimizi kasetler boyu kaydettiğimiz dönemler. Şu anda "Ah o 90'lar var ya", "80'li çocuklardan pasifagresif hikayeler" gibi bloglarda bol bol benzerini okuyabilirsiniz pek tabiki. Aynı dönemin içinden geçtik işte. Patlama oldu, bir sürü şarkıcı adam çıktı. Burak Kut'un misal, Mehmet Ali Erbil'in sunduğu, insanların telefona basarak şut makinasına gol attırdıklarını sandıkları Gol Show isimli programda çıkıp, kalenin önünde"Benimle Oynama"yı seslendirişini hatırlarım. (Şair orada şut makinasına yalvarıyordu galiba.) Bazısı daha ünlü oldu, bazısı Kayahan'ın kızıyla evlendi bilmemne. Asıl mevzu o değil.


Sonrasında ilkokul 5. sınıfı bitirdiğim yaz, Şafak Karaman'ın çıkardığı Popüler Müzik (PM) adında bir dergi okuduğumu hatırlıyorum. Şafak Karaman çok saygıdeğer bir insandı gözümde. Müzisyenlere titizlikle yaklaşıyordu. Böyle goygoylu, "hayatında özel birisi yok mu Tankut?" modundan çok uzak, ciddi bir duruşu vardı ropörtajlarında. Belki bunu da çocukken gördüğümüz çoğu şeyi abartıp olduğundan güzel hatırlamam gibi, abartıyorumdur. Ama hoşuma gidiyordu. Sonradan adam takım elbiseyle parti afişlerine poz verip, bir yerden aday oldu. Şimdi Google'lattım da, AKP Beykoz aday adayı olmuş. Benim dediğim çok daha geçmiş bir olay. Daha mahalli bir düzeyden, muhtar adayı mı olmuştu, hatırlayamadım ki. Şok olmuştum.

Neyse işte, Anadolu liseme doluşmadan az önce bunlar olup bitiyordu dünyamda. Serüvenimin son durağı özel radyolar ve Kral TV ile şekillenmiş bir hazırlık senesi. Sonra babamın ileri zekasıyla benim ergen zekam kesişiyor ve "bu adamlarda iş var" deyip onayladığı Nirvana'yı sevmeye başlıyorum. Aynı yıl Roll çıkmaya başlıyor ve dünyam değişiyor. Falan filan.
Şunu yazarken ellibin MSN, ikiyüz Gtalk penceresi yanıp söndü. Kafa bulut bulut dağıldı gitti. Annemle aldığımız "Kendine Gel" klibindeki Yonca Evcimik şapkamdan, annemin arkadaşlarına ziyarete Heybeli adaya giderken vapurda düşürdüğüm Yonca Evcimik tokamdan, ananemlerin evinin orada, Kalamış'ta yaşıyorlar diye oralardan geçerken kasıla kasıla yürüdüğümden falan bahsedecektim de, çok konuşmuş gibi susadım.

Hepsinden önce gerçekleşen bir enstantane sunacaktım: 4-5 yaşlarımdayken, yeterince çalışırsam ve sözleri doğru söylersem beni MFÖ'ye 4. eleman olarak alacaklarını hayal edip her gün egzersiz yapıyordum. Çok çalıştım, kaseti folloş edecek kadar başa sarıp dinledim. Ama görüyorsunuz ki ilahi adalet gelip, dünyevi adalet için çalışmak üzere beni Marmara Hukuk'a copy paste etti. Sonra da StanbulBarosu'na. Sonra da işte buraya.

1 yorum:

bop dedi ki...

fil gibi hafıza varmış sende de ha.nası hatırlıyon bu kadar şeyi. ama ben de yoncimik dinledim oya bora dinledim. şimdiki sakallı orman adamı halimi "yoncimik" derken bile hayal edebiliyomusun?