Hukuk fakültesini bitirmemize yakın, arkadaşım Mehmet’le kafa kafaya verip, Bahariye Caddesi’nin ara sokaklarındaki bina cephelerine serpilmiş paslı avukat bürosu tabelalarına bakarak ve epeyce dramatize ederek mezun olduktan sonraki iş hayatımızın hayalini kurmaya başlamıştık. Adım atanın içini kokusuyla kaldıracak, filtresiz, ucuz sigaraların dumanı sayesinde erimeyen sise boğulmuş bir hanın odacığında, beyazlamış uzun bıyıkları nikotinden sararmış, adliyeye giderken elinde salladığı bond çantasının kapağı yerinden kopup ayrılmaya yüz tutmuş, eşten dosttan gelen üç-beş icra davasının takibinden başka şey yapmayan, avukat kelimesinin vaktiyle ifade ettiği saygının hakkını veremeyenlerden olup, ölene dek sefaletle savaşacaktık. Detaylandıkça insanın hem içini acıtan, hem garibanlığına güldüren bu hayal, sonradan basbaya fobimiz oldu. O kadar ki; ben yurtdışına yüksek lisans yapacağım diye bir daha geri dönmemek üzere kaçtım, Mehmet akademik kariyer edinmek için avukatlığı bir kenara bıraktı.
Baron von Plastik’in fotoğrafa koyduğu “memurlar” ismine bakarken, fotoğrafın çekildiği sıralarda memurluğun saygın bir mevki olduğunu tekrar hatırladım. Sonra en kötü televizyon şovlarının yayınlandığı yerel kanallara benzer bir estetik anlayışıyla hizmet veren Memurlar.net websitesine ve şimdiki memur profiline aklım gitti. Derken yönetici kademesinde sayılmayan cins çoğu düşük seviye memurluğun artık nasıl da bir paçozluk, nasıl bir yokluk, nasıl bir muhtaçlık çağrıştırdığını; bu insanların çeşitli sınavlar, kuralar ve çekilişlere, değişip duran uçucu haklara bağlı şekilde görevlerini yapmaya çabaladıklarını düşündüm. Mehmet’le sararmış bıyıklı gelecek öngörümüz, belki de şimdinin memurlarında can bulmuştu.
Kalemimi koyverdiğim bu uzun girizgâhın ardından fotoğrafta neyi işaret etmek istediğime geleyim:
Tatlı bir bahar günü öğleden sonrasında (gölgelerin düşüşü beni güneşin biraz olsun eğildiğine ikna ediyor) az önce yenmiş yemeğin üstüne içilen Türk kahvesinin ve keyif sigarasının yanında kimisi sayfalarını paylaştığı gazetesini okuyor, kimisi kılığından asker olduğu belli olan arkadaşına yanaşmış, fotoğrafçı için poz kesiyor. Herkesin sandalyesi objektife dönük, garson bile olduğu yerde dikilerek hazrolda durmuş. Dirsekten büküp sol omzuna yasladığı tepsisinin hemen arkasında kalan, bir kayanın üstüne çökmüş ufku seyreden adamı bileğinde taşıyor sanki. Yalnız hepsinden önemlisi, fotoğrafın kadrajına aslında çağırılmamış, sol arkada oturan esmer yüzlü, yoksul görünüşlü adam. Bu adamın rütbe vermeyen cinste kep takılan mesleklerden birine mensup olup, bekçi veya kapı görevlisi olarak çalıştığını tahmin ediyorum. Uzaktan, memurlar grubunun çektirdiği fotoğrafa başka açıdan bakıyor; mühim adamların dimdik oturuşlarını, ilikli yakalarını, kendisinin tersine mevsimle uyumlu giyimlerini yaban gözlerle süzüyor.
* Yan projemiz Anlatsam Fotoroman Olur için yazdığım bu son yazıyı, kişisel tarihime dair referanslarının ağır basması sebebiyle buraya da koymak istedim ve Baron von Plastik'ten müsaadeyi aldım. Bu arada güzel bir hatırlatma da olsun; AFO'ya henüz bakmayanınızı bekleriz. Şimdilik yönetim kurulu üyeleri dahil toplam 16 nüfuslu, mütevazi bir işletmeyiz. Fakat gazete köşelerinde, edebiyat bloglarında, Twitter ve Facebook'ta reklam edildiğimiz günlerde ziyaretçilerimiz birkaç yüzü buluyor. Temiz, sevimli, hem halk tipi detaylarını saklamayan ve fakat modern gibi de bir pansiyonuz. Sabah köy tavuğundan yumurtamız, ineğimizden sütümüz, arımızdan balımız ikram. Odalarımız denize yürüme mesafesinde. Akşamüstü köyden çağırdığımız eli kınalı hanımlardan birinin hazırladığı gözlemelerimiz ve çay ile yorgunluğu, harareti atarsınız. Akşam yemeğinde de taze balık. Gazete kampanyalarından toplama birkaç farklı Arcoroc tabak seti ile karmakarışık, çeşitli çiçek desenli tabaklarımız, biri geniş, diğeri uzun, sonra bir de bodur su bardaklarımıza koyduğumuz rakınız, kısacası şimdi Avrupalıların benzetmeye çalıştığı tür bir düzensiz düzen hali bizdeki.
2 yorum:
Elmoş,
Bu yazıyı okuduğumdan beri yazacağım ve diyeceğim ki, "aa! meslektaşmışız, hukuk okumuşsunuz."
Şimdi fırsat buldum.
Adliyeler Evlendirme Dairesi yakınına taşınalı, avukat büroları Bahariye civarından taşındılar ve sayıları biraz azaldı. Yine de kısmen oradalar.
Kartal'da "Dünyanın En Büyük Adliye Binası" olduğu iddia edilen bir yapı var, artık. Şubat'ta tüm Anadolu yakası adliyeleri sırayla oraya taşınacaklar.
Şimdi artık, Kartal civarındaki plazalarda ofisleri olacak avukatların.
Bu yeni ofisler, Bahariye caddesindeki kuytu bürolardan beş beter yerler olacaklar, sanırım.
Hukukçu olduğunuzu hiç bilmiyordum! Yalnız blogda sık sık Marmara Hukuk, Kadıköy Adliyesi vurgusu yapıyordum, denk gelmemişsiniz herhalde.
Maalesef Kartal meselesini biliyorum, esefle kınıyorum. Bahariye'deki o itiş kakış büroların güzelliği ortadan kalkacak diye gerçekten üzülüyorum.
Yorum Gönder