27 Ocak 2013 Pazar

Bus 66(6)


66'da yolculuk eder iken çektiğim bir fotoğraf. Uzakta, ön camın hemen üstündeki panele yapıştırılmış  kağıdın üstünde "Bell broken, yell" yazıyor. İnmek için bastığımız zil sistemi bozulmuş, şoföre bağırarak iletişim kuracağız yani. Bostonlımın gelişmiş toplu taşıma iletişimi ve çözümleri Bostancı minibüsüne işte böyle bir kere daha parmak ısırtıyor.

66 numaralı bir otobüs var paralel sokaktan geçen ve mecburen neredeyse her gün kullandığımız, adeta bir 6'sı eksik yazılmış. Anladık, burada toplu taşımaya öyle New York'taki iş hayatını konu alan, zenginliği ve çok uluslu şirkette yönetici pozisyonunda çalışmayı öven filmlerde olduğu gibi jilet giyimli, pırıl pırıl pabuçlu, zengin iş adamları binmiyor da, normal insanların da bu otobüs ve trenlere tenezzül etmediğini, sadece zihinsel veya maddi bakımdan engelli insanların toplu taşıma araçlarını kullandığını belirtmek gerek. Elbette biz de maddi bakımdan engelli insan grubuna giriyoruz arabamız olmadığından, öğrenciler, Hispanik çocuk-anneler ve evsizlerle beraber.

Sizlere çiş-kaka kokan (sadece koktuğu şanslı bir gündeyseniz tabii, doğrudan öbek öbek koltuk üstleri batırılmış da olabiliyor), boş yerlere bile "Bu işin içinde kesin bir iş vardır" diye oturmaya cesaret edemeyeceğiniz, otursanız yanınızdaki alkoliğin öksürürken yanlışlıkla cama doğru kusacağı ve ellerini tutunduğu demirlere sileceği veya günün menüsündeki eksik akıllının "I'm back in business, I'm getting a shotgun" diye durmadan, nefes almadan bağıracağı bu otobüsü çok uzun uzun anlatmak ve içimde alevlenen nefreti, buraya, Boston'a duyduğum nefreti ete kemiğe ve kusmukla boka büründürmek isterdim. Ama yapmayacağım. Teoride bu iğrençliği, bu sefaleti tasvir edip kendime yazma egzersizi yaratarak edebiyatımı zenginleştirmek istiyorsam da, pratikte elimi kirletmeye değmez. Daha güzelini yapacağım, sık sık kurduğum iki hayali paylaşacağım. Bir tür meditasyon şunları düşünmek. Ne zaman sinirlensem ve dayanamayacak gibi olsam düşünüyorum, derhal huzurlanıyorum:   
Bir iklim felaketi gerçekleşiyor ve Boston'ı büyük, dev bir dalga yutuyor. Her şey sulara gömülüyor. Herkes. Tek bir canlı kazara da olsa bu durumdan kurtulamıyor (bakın, kediyi-köpeği, bir suçu olmayan hayvanları, ve hatta kendimi bile yok etmeyi bu hayal uğruna, Boston'ı yok etmek uğruna göze alıyorum. Bu, insanlığın geriye kalanı açısından fevkalade gerekli bir fedakarlık).
Bir aksilik oluyor ve Boston'da çıkan bir yangın itfaiyenin yetişememesi yüzünden söndürülemiyor. Sonunda şehir tamamen, cayır cayır yanıyor. Bu esnada biz şehrin üstünde, bir uçağın içindeymişiz (bu hayalde kendime iltimas geçiyorum). Uçak boş, bir Avrupa havayolunın uçuşu bu, pilot da oralardan. Yani zehri Avrupa'ya taşımıyoruz farkındaysanız. Ağzına çakılası insan taşımıyoruz kardeşim, uçak sırf bize kalkıyor, tamam mı? Yukarıdan turuncu şehre keyif içinde bakıyoruz, sıcak kakaodan ve manzaradan ve buradan kurtulmaktan dolayı içimiz ısınıyor. 
Oh.

Hiç yorum yok: