Gözlemlediğim kadarıyla (ki az gezi-gözlem kolu değilimdir, laf aramızda - bu "laf aramızda" ile kendimi televizyona her çıkışında çaresiz espiriler yapan Selami Şahin gibi hissettim) haz etmediğim kız blogları kendi içinde birkaça ayrılıyor:
1)
"Ağladığın geceleri, kalbindeki acıları/Çekinmeden bana getir, sen tükenme beni bitir" cinsi muhayyer kürdi makamında pek acı sos bloglarNe bitmez çileniz varmış sizin be kuzum.
Şu bloglara denk geldikçe erkeklerin, çocukluktan bu yana yarı-aymaz halde bir lastik topun peşine sürüklenip gitmelerine, o top ardında koşarkenki kaygısız saflıklarına hayran oluyorum. Az kitap okuyanı, düşünmeyi öğreneni de annesinin apışarasının girdabından kurtularak kimi zaman kızların hiçbir zaman birlikte olmak istemeyeceği en yakın arkadaşlara; kapılıp gideceği, asla kendine yar edemeyeceği el bombası erkeklere; ya da esmer, kıvırcık saçlarını yukarıdan toplayan, tütün kokan, güzel sanatlar tayfasından çocuk-erkeklere dönüşüyor. Bu üç türün dışında, erkek kısmısı acıyla pek az yüzleşiyor. Halbuki her kızın istisnasız böyle bir acı sos dönemi var. Sol üstten çekilen bir fotoğraf, tecavüz mahalinden kalkıp gelmiş gibi dağınık üst baş, akmış makyaj, bu kızlarda bir fahişe estetiği. Acılarını ergenlikle çarpıştırıp Google'ın önüne seriverenler. Eşi dostu izlemede. Üstelik eşi dostu, başka eş dostlara haber veriyor, kimse eksik kalmıyor bu "
çiğneme kalbimi yeter..... yeter, çık git bu ruhun hüküm sürdüğü topraklardan... dilin kırbaçlıyor gönül atlarımın üstünde...... sevmeyecektiysen o gece neden uzandı kalbin, kalbimin yanına.... " diye başlayıp giden karınca yuvası misali bol noktalı, Manas destanlarından. "
Belgesel izliyorum" diye övüneni, belki yalan söylemiyor. Belgesel izliyor herkes, böyle kızları doğasında izliyor.
2)
Ona sokarım/bundan çıkarırım geçidi, sert kız bloglarıHayat, serviste walkman'le son seste Riot Grrl grupları dinler gibi, maalesef, geçmiyor.
Ergenlik boyunca dinlediğimiz L7'ların, Hole'ların, Babes in Toyland'lerin, Bikini Kill'lerin, Red Aunts'ların ruhumuzun burun altına işlediği "höst ULAN" bıyıklarımızı, hormonal isyanlar sona erince inceden sir ağdaladık. Yıllar sonra, kadını hor/az görenlere, ilkel düşünenlere onların kelimeleriyle değil, kendi dilimizle cevap vermeye başladık. Müzikte çoğu kız grubunun es geçtiği buydu; erkeklerin alayına erkek diliyle gitmeye kalktılar. Tereciye tere satmak, bir nevi. Halbuki kadının öfke dili başkadır, bana kalırsa, asıp kesmeden, sokup çıkarmadan beslenmez. Kızgınlık bizde o kadar verbal değlidir. Daha ciğerdedir.
Bu dil meselesine örnekli şekilde, beşinci şıkta yeniden değineceğim. Ondan burada keseyim.
3)
Hayat ansiklopedisi/"Gel öğreteyim" bloglarBekir Coşkun yine nasıl bombayı patlatmış, canım yaaa.. Tuncay Özkan'ın da nasıl başını yediler yaaa. Dur bir bloga yazayım bunları. Tayyip kimmiş, biz kaç kişiydik o zaman, bak, kaç kişi kaldık şimdi...
Bu türler, gazetelerin web siteleri yanda açık dururken ilhamlanıp, gündemi hemmen, beş dakikada Beşiktaş yorumluyorlar. Doğal olarak, çalakalem yazdıkları o gün Türkiye genelinde o olayla ilgili MSN'de, forward maillerde yazılanlardan bir satır bile farklı olmuyor. Yani nedir, bana değişik veya en azından geniş açı vaadetmiyor. Sadece "bir kere de gel benden oku" diyor. Gazete okumaya üşenen, çok sever böylesini. "Yapılmışı var" diye önüne konan pişmiş armutları lüplüpletme sanayii. "Ben düşünmeye üşendim, ama düşünmekle kalmayıp yazanı bile var bak" diye bir de FEYYYS'inde paylaşır. Feyz alma, feys al.
3.a)
Kofti solcu/işçinin emekçinin hayranı bloglarThe things you own, end up owning you ağbea. Artık bunu o kalın kafana sok. Sonracığıma, ben de Baykal sevmiyorum, ama Kılıçdaroğlu'nun hatrına CHP. Biraz da doğuda patlayan bombalar, şehitler, hükümetin gramatik hataları dedim mi, tamamdır.
Şimdi bir de solcunun koftisi çıktı. Taklit lüivütonun gözünü seveyim, bunlar daha tehlikeli. Lüivüton taklidi üretenin, aslı hakkında bir fikri var en azından. Kulpları eğri üretse bile, biliyor ki orjinalinde öyle değil. Kofti solcu ise neyi desteklediğini bilmiyor (dolayısıyla, söylediğiyle savunduğu arasındaki uçurumun farkına varmıyor - köktensolcu ve insan hakları savunucusu ama hassas dengeler göz önüne alınıp da acilen darbe olsa da hani, kulağına hiç fena gelmiyor), sadece desteklemeyi seviyor. Kendi fikir öne süremediğinden, desteklemesi akıllıca görünüyor. Büyük gazetelerin köşe yazarlarını okuyarak günlük siyasi olaylardan bahsedebildiği için politik blog yazdığını sanıyor, ama taraftar ağzından, "bu maçı alıcaz, başka yolu yok/(gol yiyince de) sevindi gariban/hediyemiz olsun, şakşakşak"lardan vazgeçemiyor. Uzaktan kumanda, üstü başı kirlenmeden fikir adamlığını çok seviyor, kendini "onlar"a karşı güçlenen bir kesimin üyesi olarak görüyor. Üniversiteye girer girmez bir sosyal çevreye ait olmak hevesiyle kah solculara, kah metalcilere, kah tumba bumba gibi etnik çalgılar çalarak, batik üst baş giyip yedi renkte gezenlere katılan yavru kuşlardan daha önce bahsetmiştim. Bu da onların bir alt kategorisi.
4) Bir de alıp giydiğini, yiyip içtiğini, gezip gördüğünü anlatan bloglar ve izleyicileri var, ama o bana çok batmıyor nedense. Ondan başlık açmıyorum.
5)
Halvetika:Türk gencinin cinsellikle imtihanı konulu bloglarElimi pantolonunun içine soktum, şöyle bir karıştırdım. Tombala mı, birinci çinko mu bilemedim. Yattık kalktık, hava da sıcak, illa da sarılmak istiyor. Git işine olum, dedim. Benim senin gibilerle öttürecek ıslığım yok, YÜRRÜ, TAŞ ARABASI. Ama sonra kapıdan çıkıp gidince köpek gibi ağladım. Hayvansın, dedim kendi kendime.
Bu blogların içeriği, onyıllar içerisinde Anadolu'dan büyük şehirlere okumaya gelen kızlar/erkekler ve aniden gelişmiş, boy atmış, hormonlu cinsel deneyimleri. Yazanı bir yana, bu tür blogların takipçilerinde gösterişçi bir sevinç ve bilinç, (yukarıda dediğim) kendi yaptıklarıyla değil, başkalarının yazdıklarıyla duruşunu belli ederek, kişilik kontürünü başka insanların düşünceleri üzerinden çizmesi ve shortcuttan prestij sağlama çabası. Bir de işin erkek okuyucu yönü var: Kız blogda küfretmeyi akıl etti diye kendi seviyesine (erkekliğin yüksek mertebesine) yakın bulup "akıllı kadın feci hoşuma gidiyor/sen ne farklısın/inanılmazsın" cümleleriyle bu blog yazarı kızlara destek çıkanlar. İşte asıl öyleleri hayran olunacak derecede çelişki yumağı. Yanındaki düz ayak, vanilya aromalı sevgililerine bakarsak, hepsi sıfır kilometre kız istiyor. Yok, hayran olduğuna bakarsak, eh ağbiycim, doyasıya cinselliğini yaşamışını, fulforsunu, rahatını, "errrkek gibi içenini/konuşanını/muamele edenini" istiyorduysan, o da istediğin gibi naylonunda gelmiyor. After all, herkes şoför Nebahat'i seviyor, ama filmin sonunda deri ceketi çıkarıp basma elbisesiyle hanımhanımcık bir hanıma dönüşmeden kimse onla evlenmiyor.
Diğer bir enteresan nokta, halvetika kız bloglarında (spesifik olarak Pucca nikiyle bloglayan kızın anlattıklarında) anlattığının aksine, acıklı denebilecek kadar kısıtlı cinsel tecrübeler yaşadığının hissedilmesi. Yani Pucca da, herkes bir tanıdığın düğünündeyken veyahut anne pazara inmişken kapı arkalarında sevgilisiyle öpüşen kızlardan farklı değil. Bir de aile baskısı, toplum baskısı gibi sebepler yüzünden, yaptıklarını karikatürize ederek mazur göstermek zorunda kalıyor. Bu karikatürizasyonun, kolay mizahın bir diğer faydası da, içinde geçen külot-meme-kıç-sütyen gibi kelimelere erekte vaziyette kilitlenmiş ergen zihinlerin, yazıyı daha kolay anlamasını sağlaması.
Pucca’ya karşı bir diğer sempati/empati sebebi, gizli saklıda, ödünç yataklarda yaşadığı sakatlanmış cinsel hayatını, epey erkeksi bir dilde ifade etmesi. Yani Pucca (ve okumadığım diğer kopyaları veya benzerleri de) cinsel deneyimlerini bir kadın gibi değil, erkek gibi anlatıyor; popüler medya ve kültür ürünlerince sınırları çizilen bir alanda oynuyor; kadın dergileri, Sex & the City ve Gossip Girl’ün kötü kopyası diziler, şehirli çapkın kız romanları, Ayşe Arman’ın içlerinde maalesef en iyisi kaldığı paçoz kadın yazarlar vasıtasıyla şehirli kadına tatmin vaadeden "erkek kadar/gibi azmak"la yetiniyor. Aşk ilişkisinden beklentilerini, tutkusunu basitleştiriyor, nesneye/organa/pozisyona yöneltiyor; partnerinin veyahut hayali partnerinin "malı"ndan, mülkünden, geceleri gördüğü ıslak rüyalardan, sarılmadan/öpüşmeden sevişmenin yüceliğinden, romantizmi nasıl da sevmediğinden bahsediyor. Bahsederken de kadınlığını, bilmediği (ama sık sık duyduğu) bir zemin üzerinde (yani erkek vokabülerine sığınarak) yaşıyor, ki en yumuşak tabirle "kolay kız" olmakla eleştirilmesin, hayranları tarafından "delikanlılığı" sebebiyle korunabilsin. Bu uğurda tüm "alışılageldik kız huyları"nı kenara bırakıyor ama ezip geçtiği romantizm anlayışının hamlığını, romantik-komedilerden öteye gitmediğini de gözden kaçırmamak gerek. Yani Pucca, Meg Ryan-Tom Hanks, Richard Gere-Julia Roberts, Hugh Grant-adı hatırlanmayan kadın oyuncu başrollü filmlerde gördüğü şekliyle, popüler kültür çağrışımlarıyla romantizmi (ve zayıflığı) reddediyor, onun yerine "lagalugasız" ilişkiyi övüyor. Erkek okuyucu tarafından onaylanmak (klübe katılmak), arkasına aldığı kitleye güvenip seçimlerinde özgür olduğunu hissetmek için, kadın bedeninde bir erkeğe dönüşüyor.
Şimdi işler değişti tabii. Uzaylı Zekiye Cem Mumcu'nun bu tür blogların binlerce takipçisi olduğuna uyanmasıyla, çizgifilmlerdeki gibi gözlerinde dolar işaretlerinin belirmesiyle işler değişti. Mumcu, "Binlerce blogu olan, binlerce satar" düz mantığıyla, erkekli-kızlı gözde bloggerlara birer kitap ısmarlıyor, çıkartıveriyor. Çarpık kentleşmiş cinselliğiyle Pucca’nın anıları yaz-kitabılaşırken; ailenin çok bilmiş, bol ahkam kesen, Ana Haber bültenine çıkan Selimcan cingözlüğünde, Ekşisözlük yazarı erkek bloggerlar da raflarda komşusu olacak. Hepsi yeni (ve yarı) entellektüel Türk gencini temsil edecekler. EEe, bunca kamuya açıldığına göre, okuyucu kitlesi de genişleyecek. Facebook'ta birbirine yorumlar yazmak, at-eşek hediye etmek dışında internetle mıncıklaşmayı bilmeyen yaşça büyük ama hala çılgın, hala uslanmaz bir kesim de bu kitapları okuyabilecek, "amman, internette neler oluyormuş meğer" diye sevinecek. Diğerlerine tavsiye edecek. Diye umuluyor. Haaa, işte o zaman karışıyor işler. Pucca etkilemekte usta olduğu, dobralığına ve diğer erkekleri fareli köyün kavalcısı misali arkasına takmasına bayılan ergen kızların ve seks kelimesini blogda görmekten bile tahrik olan genç erkeklerin güvenli sularından ayrılarak, tekinsiz sularda yüzmeye hazırlanıyor. Bunun için kitabının tanıtımında, blogunun genel havasından farklı olarak, masumiyet kartını oynuyor. Tatminsiz kadınların, oğul ve kocalarının yanısıra part-time yönettiği TÜRK AİLE, ÖRF VE ADETLERİ kurumunca orospu diye yaftalanmamak için ağız değiştiriyor. "Tek istediğim battaniyenin altında film çekeceğim değil, film izleyeceğim bir adamdı" diyor kitap tanıtım paragrafında, blogda defalarca aksini söylediği halde. "Tek istediğim, çift arkadaşların yanında yürümenin burukluğuna vedayı garantilemek için bir yüzük ve herkesi çatlatacak bir düğün" deseydi, "işte Türk işi Bridget Jones" diyecektim. Veya "tek istediğim, metinlerimdeki yazım hatalarını bulup temizleyecek bir redaktördü" deseydi, en azından yazlık, havuzbaşı edebiyatında devrim olarak görecektim. Bu haliyle, yine devrim bambaşka bir bahara kalıyor.
Haydi, siz de kalın sağlıcakla.