Şu gazeteyi internetten okumaya başlamam hayatımın en zor kabullenişiydi. Şu gazeteyi internetten okumaya başladıktan sonra da, kağıttan okumaya başlamak zulüm gelmeye başladı. Sonrasında, şu gazeteyi internetten okuyup da yorumlayan insanlar beni hayrete düşürdü. İnsanın her türünü, her kompleksini, her modelini gördüm, hatmettim yanılgısına sık sık kapılıyorum. Neyse ki, insan karakteri derya gibi. Farklı huyların kombinasyonu, permutasyonu bitmek bilmiyor. Her kombinasyonun neticesi farklı. Hepsinin kimyası ayrı. Çay bahçesinde arkamda oturmayanını da, internet marifetiyle gözlemleyebiliyorum. Ne mutlu ki. Böylece sevdiğim eski bir yazarın, okumadığım son kitabını da bitirmiş olmanın acısı benzeri bir acı, hiç çekmiyorum. Nasılsa kökü bir yerlerde ve mütemadiyen uzuyor. Beni cinlendirecek, hayrete düşürecek insan, hiç bitmiyor. Böylece hayat boyu eğitim görüyorum, açık öğretim görüyorum.
Gazete yazarlığı diye bir meslek var. Köşe yazanı var, günlük köşe yazısı yazıyorlar. Sağlık köşesi de olsa, dış politikayla ilgili de olsa, adam bir emek sarfediyor. Bilgilendirme amaçlı bir çaba gösteriyor. İçeriği her zaman herkese hitap etmese bile, birileri belki bir şey öğreniyor. Kollektif cahilliğimiz belki kenarından köşesinden eriyor. O yüzden yazsın, Güzin ablanın kızı da yazsın, 32 fontlu, cümlelerin her birini paragraf eden, satır başı eden kallavi köşe yazarları da yazsın, cümlelerinin arası beş yıldızla süslensin. Büyükayı-küçükayı hepsine feda. Veyahut Ayşarman var. Sevmesek de yazsın. O da çeşittir. Herkes bir olacak değil ya. Hatta onun bile imitasyonları var, caddede yaşayan ve kapının önüne inip North Shields'ta oturandan farklı, taa Maltepe'den gelip cadde arşınlayanlar misali, yakınından bile geçmediği bir hayat hakkında deneyimlerini yazıyor. Onlar da sağolsun. Minibüste rahat insan gözlemlemek için güneş gözlüğü çıkarmayan bir insanım madem, ayağıma kadar gelmiş varoşun hası, onu da okurum. Herneyse işte, uzun lafın kısası her tip adam yazıyor, bu meslekten para kazanıyor veyahut kimbilir kazanmıyor. Zevk için, prestij için, hayat jübilesinde bir köşeyazısıtoplamasıkitaplık saltanatı olsun diye yapıyor. Olsun. Ona da kocaman bir aferin yollayalım mı buradan. Radyocu kız ağızlarıyla.
Gazetelerin internette çarşaf çarşaflanması sonucu, sektörde yer açıldı da gazete yorumlayıcısı diye bir meslek de çıktı. Bu da, işgüzarlığın yirmibirinci yüzyıldaki karşılığı oluyor. Okuyucu yorumucusu, her şeye verecek cevabı olmacılık, öyle kolay kolay beğenmezlik. Ağız eğmecilik, büzmecilik. Gazeteci yazıyor, o değerlendiriyor. Bakalım, geçirecek mi bu kompozisyonu. Bakalım kaç verecek. Erken emekliler, geçkin kızkuruları, bu memleketin çözümünü rakı sofralarında arkadaşlarına anlatanlar ama bir türlü lafı dinlenmeyenler toplaşıp, özgeçmişsiz, hiç beklemesiz bu işe girdiler. Yirmidört saat internet başında, ataktalar. Çocuklarından kalma PC'lerin başına oturup, içlerindeki günlük hayat bilgeliklerini kusuyorlar. Gazetede yazmıyor, ama gazeteye yazıyor. Yazdıkları gazetede görünüyor. Hard copysinde değil belki, ama webde görünüyor mu, e tamam. O da seviniyor. Artık sesi duyuluyor. Peki. Buraya kadar da tamam. Açılalım. Oturmaya gelmedik. Sonradan rahatsız etmeye başladı beni, neden herkes okul müdürü? Neden herkes "bilmiyorsun, dur öğreteyim"ci. Neden herkes birbirine ayar veriyor? Neden hiyerarşisi olmayan ortamlarda, sanal ortamlarda bile bir hiyerarşi yaratmaya, birbirimizi ezmeye programlıyız? Ne oluyor hepimize ULAN? Eşitlik, kardeşlik, bilmemnelik diye yürümeyi, geri yürümeyi biliyoruz madem. Neden ilk fırsatta kuduz köpek gibi bir önem sıralaması, kademeleşme, rütbeleşme yaratıyoruz? Yazar günlük köşe yazısını yazıyor, o gelip yazara "olmamış" çekiyor. Alta diğeri gelip konuyla alakasız bir şey yazıyor. Diğeri gelip o konuyla alakasız şeye kontr gidiyor. Beriki ilk yazana ters gidiyor, sonra "ilk yorumu aslında ben yazmıştım, ama görünmemiş." diye rütbe iadesi dileniyor. Haddini bil, kendine gel. Sonra yorum seksiyonu başlıbaşına bir BBG evine dönüşüyor. Küfür, inceden küfür, inceden ayar merkezi oluyor. Herkes 24 ayar oluyor. Öpüşüp uzlaşanlar, "hayır efendim" diretmecileri, "en büyük Fener"ciler, a.q.giller, yazım klavuzu yedirip, sindirimlerini endoskopi, olmadı kolonoskopiyle gözlemlemek istediklerim, ki'ciler, de'ciler, bu ki ve de'leri hem kullanmayı bilmeyip, hem saça saça kullanmak isteyenler... Düşünce özgürlüğü olsun, düşünce özgür olsun. Ama düşünmeme, ama cahillik, ama cahil olup düşüneni bastırmacılık yasak olsun ARKADAŞ! ÖSS'yle, bilhassa Türkçe netine bakılarak bu mesleğe adam istihdam edilsin. Ha, bir de ne var bak, orada yazarın yazısına mouse'la dokunabiliyor, sağ klikleyebiliyor, altına döktürebiliyor diye yazarı babasının oğlu sanmalar, yorumladığı yazarın her gün onun yorumlarını okuyup, güne onun sözlerini düstur ederek başladığını düşünmeler, romantik kaygılar. Yahu, ne biçim bir açlık, ne biçim bir muhtaçlık bu. Ne kadar yüksek beklentiler, ne kadar düşük kalite eldeki. Ne büyük hayal kırıklıkları. Ne kadar çok söylenmek istenip de, içe atılan. Bir Youtube videosunun altında, vatanını Yunanlılara karşı savunmak gibi, nicklerin etimolojik kökenini araştırıp "sen zaten metalcisin/sabetaycısın/eski solcusun/yeni liberalsin/senneanlarsın/bennebiçimanlarım"cılık. Bir yandan diyorum, bırak dağınık kalsın. Böyle olması gerekiyor, o gaz, o karın ağrısı inceden çıksın böylece. Rahatlasın Türk insanı. Sakinleşsin. Bu tıkanıklık sanal yorumlarla, birler sıfırlarla açılacaksa, açılsın. Kaç gigabayt, kaç megaherz tutacak ki kendimizle kavgamız? Bir yandan da diyorum ki, çinicilikten sonra yarattığımız en muazzam sanat dalı sanal yorumlamacılık mı olacak? Neden böyleyiz? Neden değişemedik? Neden rönesanssız/reformsuz bünyelerimiz saten boya tutmuyor, her yerimiz parça parça dökülüyor, alttan sıvamız, çıplak çimentomuz görünüyor? Neden sıkışıp kaldık, böyle güzelsek be canım? Neden Avrupa'yla Asya arasında köprü olacağımıza, Avrupa'yla Asya arasında pestil olduk? Köprü olmanın, seneler içinde goygoylanmanın, stratejik bölge diye adlandırılmanın mükafatını kendini kral görüp, dilenci yaşamakla alıyoruz işte. Şişirdiler, şişirdiler, kalıbımızın adamı olamadık. Kendimizi doğru konumlandıramadık. Ya konveks, ya konkav mercek anacım. Bir gerçek boyumuzu göremedik. Ne fena. Haydi, Rafet El Roman'dan gelsin mi o halde, Gençliğin Gözyaşları desin mi?
3 yorum:
Bu a.q.'cu, bu !!!!!'ci, bu caps-sever topluluğa sırtımı döndüm yıllarca, aralarında ne oluyor bilmiyorum. Bir gün isyan çıkarsalar, hepimizi gece vakti evlerimizden alıp götürecek olsalar tehlikenin farkında değilim o derece. Biz bunları hep 55 yaşında emekli/emlakçı/hırdavatçı/kızkurusu sanıyoruz ama gençleri var. Ne bilim bugün 1992 yılında doğmuş çocuk 17 yaşında, o da yazıyor?
O değil, gaste diyorum gaste.
gaste yorumunda gördüm. milliyetçi muhafazakar gençler böyle. bilmem.
Yorum Gönder