13 Ağustos 2009 Perşembe

Şefin tavsiyesi: Yemekteyiz buğulama

Günün sözü: Emeksiz yemek olmaz.
Bir Yemekteyiz güzellemesine daha başlayalım. Ama lütfen ev sahibi gelince, hüpürdetmeden, aynı anda, marş marş.
Bardaklarda leke vardı. Yemeklerden kedi tüyü çıktı. Üstüme bir yük çöktü. Kuş uçtu, kervan geçti.
Yemekteyiz isimli fevkalade eksantrik programı herkes biliyor ve yine herkes önce saf köylü kızları gibi eliyle ağzını kapata kapata güldü bir süre, sonra ezdi, şimdi de akşamlarına soğuk mezelerden ezme etmiş, yiyor. Eşşek gibi bu programı seyrediyoruz çok afedersün. Ve seyretmeye de devam edeceğiz. Ömrümüz yettikçe. Ve ömrümüzü yedikçe.
Aslında bu programın adını oy birliğiyle değiştirelim. Halk çikolatadan yapılmış oy pusulalarını, lahmacundan dikilmiş sandıklara atsın, iradesini göstersin. Zira bu programda gerçekleşenler adeta bir milletin iletişim yeteneklerinin gayriresmi tarihi. Yemekteyiz değil, adı "Çarşıdayız", "Bardayız", "Evdeyiz", "Gezmedeyiz", "Komşudayız" olsaydı da aynı çekemezlik, aynı çingenlik, görgüsüzlük gerçekleşebilirdi anacım. Farklı bir durum ortaya çıkmaz, sadece fon değişir. "Kuafördeyiz" yapsan mesela ismini, fön de değişir. BÖ. Çokkomük.
Yemekteyiz'i Ekşisözlük'teki abilerim-ablalarım gibi bir adım geriden uzlaşmalı, Sertaberenerli, sanki bir anda içeriye bir turist girmiş de ona, hiç izlemeyen birine anlatıyormuşuzcasına triplere girmeyelim. Beş adamı, beş gün bir sofraya oturtsan ve ne yemekleri yapan, ne de yiyen o yemeklerden haz almasa ne olurdu? Bunun resmini Abidin çizsin ve o resim Show TV'ye wallpaper olsun, yemekteyiz.biz.var.ya.biz ofisyel websitesine de kapak da olsun, arka kapak da olsun. Böyle de bir program, adeta bağımlılık. Öldürmüyor, süründürüyor. Hasta ediyor, ciğerlere yerleşiyor. Aman evlerden uzak. Benimkine değil. Benim gibi insan izleme manyağı için görsel şölen. Hatta seneye IF Film Festivali'nin tahammül zorlayanlar kategorisinde tanıtılan geceyarısı film gösterimlerinde, sabbaha kadar ardarda izletilse bir sezon, o kaffaları var ya, o Asmalımescit sarhoşu, o Otto, Ghetto kaffaları çok güzel cilalar. Sonra sinema salonunda tüm seçkin üniversite mezunu, seçkin danışmanlık şirketleri ve bankalarda çalışan çiftdilliler (hem ingiliçce, hem türkçe, hem fettanengiz dillerde) fevkalade elit, Havzkafe'de bir kahveye on tele veriyor diye sevinçten çıldırasıyalar da saçlarını yola yola "aney aney" diye şarkı okurlar. Ne Bambi, ne Bumbi, direktoman soğan ekmek, Anayurt Oteli'ne bağlarlar.

"Kim geliyor bu Yemekteyiz'e, bu insanlar nerden çıkıyor yahu?" diye sormamak gerek. Gerek derken, sizi tenzih ediyorum, Otto tayfası. Ottomanlar. Zira cümlealem tanış o tiplerle. Hepsinin prototip, silikondan dökme kalıp model misali, temsil ettiği kitleyi tanıyoruz. Oradaki o polyester bluzlu, koltuk altı fenamena kokan kızları, o hanzoluktan kırılan ama serçe parmak havada yemek yiyen beyefendileri canıgönülden seviyoruz. Her birini çatalları, bıçakları, kaşıkları, tekrar kaşık, çatal, bıçakları ve küçük kaşık, çatal, bıçaklarıyla Brezilya pembe dizileri düzeyinde yapmacık lüks sofraların başında görmedik elbet. Şimdi bir yaşımıza daha girdik ki, mobilya dükkanlarının showroomları estetiğinde düzenlenmiş, yan yana dizilmiş koltukların süslediği, yalan deri kokan salonlarına misafir olup da görebiliyoruz.

Programın en sevdiğim kısmı: Yarışmacıları konuşturuyorlar, masada olanları yorumlatıyorlar. Aynı CNN Türk "Oradaydım" programı ciddiyetinde, bir kuru sandalyeye oturtmuşlar. Fonda yemekleri yiyilip bitirilmiş, o delibozuk sofra. Alkol dolu bir gecenin ardından, sabah yastıktan başını kaldıran bir kadının yüzü gibi, tüm makyajı akmış. Albenisi tarumar. Yaldızlı peçeteleri, memnuniyetsiz ağızların yağı ile lekelenmiş.
Başroldeki tanık için özel ışıklandırma; bir alttan, bir üstten, omuz gölgede falan. Gören de bu insan neye tanık oldu, ne anlatacak bu ciddi yüzle, çatık kaşlarla diye merak edecek ha. Türk kadınındaki ciddiyet sembolü çatık kaşlar. Ha un ele ana. Cepheye mermi, sırtında roketatar, tank taşıyan anneannelerimiz misali. Çatık çatık. Minibüse, otobüse binerken de refleks olmuş, çat'a dur. Minibüsçü meylediyor sanmasın diye, mutlaka ki bir ciddiyet. "Seninle sadece işin yüzünden muhatap oluyoruz ha, fazlasını bekleme, şuradan iki Göztepe alıver." dercesine. Cefakar Türk kadını. GÜLME, aslında kadın kaşını çatıp, o kaşla "Bacın sayılırım." çekiyorsa boşa değil, ULAN! Yolda mors alfabesi gibi, ısrarcılık ve gizli anlamlar yüklü tekrarlarla çaldığı korna marifetiyle yaya ve sürücülerle diyalog kuran, tek taraflı flört eden toplu taşıma aracı şoförleri Anadolu kadınını bu hale koymuş. Şimdi ortalık Ezogelin, Nazocan. Ortalık botoks tutmaz kaş arası çizgisi. Vaktine sen sırtında tank taşı, ordu taşı, bölük taşı, şimdi fantazmagorya şeyler başına gelemeden minibüse bile binemiyorsun. Vallahi medeniyet gelmekle iyi mi etti, kötü mü etti, bilemedim kardeş.

Yemekteyiz'e son çıkış:
Gölgedekilerden sırası gelen diyor "Kapıda karşılaması... güzeldi. Fena değildi yani. Çok istekli değil, soğuktu. Soğuk derken, sanki bizi umursamıyor gibiydi. Ben şahsen rahatsız oldum." Bir paragraflık laf bile etmiyor, ama altı-yedi, çok zorlar ve özne-yüklem düzensizliğinde sapıtırsa sekiz-on kere kendiyle çelişebiliyor. Bir de işin güzel tarafı "iyi, güzel, lezzetli, kötü, bayat" gibi her eğitim düzeyinden vatandaşın, Türkçe'yi bilmekle kendiliğinden öğrenmiş olacağı kelimeleri, niteleme sıfatlarını tekrar tekrar açıklıyor. "Ekmek bayattı." demek kesmiyor mesela, yeterince ikna edici bulmuyor. Başlıyor tasvire. Bayat derken ne demek istediğini, kendisinin şimdiye kadarki hayat deneyiminde (ki varoş ağızlarda her zaman yaşantı denir bu duruma, istisnasız) bayatın ne demek olduğunu, masadaki ekmeğin halini, Tabu oynuyormuşcasına, bayat kelimesini kullanmadan, çevire çevire anlatıyor. Sonra en başa dönüyor, yolunu bulabilirse. Bitiriş cümlesi kuvvetli dursun diye, "yani" ile bağlayarak tekrarlıyor: "Yani ekmek bayattı."

En gözalıcı, çalmadanoynarbizimayılar tarafı da, yeni formatta süpppriiiz kısmı eklenmiş ve ne mutlu ki yarışmacılar birbirinden korkunç yemekleriyle yarıştıkları yetmemiş gibi, bir de bet sesleriyle olsun, külot izini belli eden dar elbiseleri, erkekler kilo ile döktükleri terleriyle şarkı söyleyip, dans ediyor. Bu danslar edilirken karşılıklı yazışlarda olanlar iş bağlıyor, küsler barışıp cankan oluyor. Daha ne olsun? Dur dur, baştan say.
70 milyon parizyen tek yürek oldu, bizi izliyor.
Kilit itham cümlesinin "Sen mi yaptın? Hazır mı aldın?" çoktan seçmelisi olduğu bu nefes kesici yarışmada, bir süre sonra yarışmacılar öfke salyaları saçarak halı ve peçetelik için bile üretim yer ve tarihi ayrıntılarını ev sahibine sormaya başlayacaklar. Ama önce illa ki çorba. Her evde çorba pişer en azından sanıyordum, bu yarışmayla dünyaya bambaşka bir ayarda bakmaya başladım hakikaten. Her şehrin farklı yörelerinde senelerdir yöresel yemek programı yapıyorlar binelli tane. Onlar figüran mıydı yahu? Senelerce koca kazanlarda, gömme odun fırınlarında "tümteme, süpseme, gıtlama, lüpürdek, sımsım" gibi tuhaf sound eyleyen yemekler pişirmedi mi milyar tane yaşlı insan? Yok, yalanmış dostum. Truman showmuş hepsi. Bizde de bu kadar Turuman şov.
Çorbanın ardından masada zevksizce tabaklara ittirilmiş zeytinyağlılar. Kupkuru salatalar. Sonra yemek. Yemek derken, yemek gibi bir şey kastetmiyorum. Pastanelerin biraz da kar amaçlı yemek çırpınışları olur ya hani. Menülerde fotoğraflarla tasvir ettiği. Kafedöpari soslu şey. Bakın, bunu umut ediyoruz. Bir şey pişirip, en sonunda bu fotoğrafa benzemesini umut ediyoruz. Allah sonunu benzetmesin. Sonracığıma aynı menüdeki o makarnalar, saçmasapan soslarla. Veyahut et, balık, tavuk, yine kedi kusmuğu bulamaçların içinde. Yanında kızarmış patates ve yeşillikle gelir hani. Şahtın, şahbaz oldun, bravo. Orada patron iki kuruş patatesten kaçınır, yalandan salata koyar, ki kızartması cebinde kalsın. Ne zaman yense, en iyi ihtimalle sadece mideyi bozar. Aynen o hesap yemekler. Yemekteyiz'de de bu korkufilmi yemekleri kimse sevmiyor, o onu sevmiyor, o da öbürüne gidince sevmeyecek, sevmemedeyiz, yememedeyiz, allahbelanıversindeyiz. Sonra tatlı ikramı. Nerede yaptın ya, sosunu şeyle mi yaptın? Hazır şey vardı, ona süt karıştırıp mi yaptın? Yoksa ineği bile kendin sağdın ve hatta elinle mi beslemiştin? Kreması ekşi mi olacak, şerbeti tatlı mı olacak? Fazla pişmiş, kuru mu olacak? Ooh, sonra da Türk kahvesi. Türk kahvesi fincanı olmayan mokaçino-papiçulo bardaklarda. Garibanlar kahve mi gördüler ULAN, sayenizde bir starbak gördüler. Böyle başa, böyle starbak. Sonra yemek ziyafeti bitti diye, müzik ziyafeti işte. Yediğiniz lastik gibi etler kesmedi, şimdi de sallanan et ziyafeti. İlla ki hafif muhafazakar yarışmacının mahçup, yerinde saymadan ibaret dansları eşliğinde. Diğer etçil bayanlar löpür löpür. Sonra arabada beş, evde onbeş. Puanlamalar. Hep gerekçelendirmeli. Yargıtay bunlar kadar gerekçe yazmıyor vallah. Yazsa da tevede okumuyor ki böyle bedavadan dinleyelim. İşte orada veriyor herkes puanını, sonra eve gidiyor. O yaldızlı elbiseler çıkıyor, naylon çoraplar suya basılıyor. Mutfağa gidiliyor, ekmek kutusundan BİM, MOPAŞ poşeti çıkarılıyor. İçinden yarısı gündüzden yenmiş ekmek, dolaptan biraz peynir zeytin. Al sana yemekteyiz. Al sana dizi. Asıl kısım evde çekiliyor.
Ben, şahsen, kendi adıma iddialıyım yani. Başkaları adına konuşmak istemiyorum, çünkü bana düşmez. Herkes kendi iddiasını iddia edebilir. O yüzden daha fazla sözü uzatmak bile istemiyorum. TEK kelimeyle: şahsen iddialıyım. Ve bu iddiamın da sonuna kadar arkasındayım. İddialı olan başka bir rakip göremiyorum. Çıkışta Tarabya Yakamoz'daki sahneme beklerim.

4 yorum:

hevesli bardak dedi ki...

Vay be, şimdi bunun üstüne "ben vallah seyretmiyom, seyretsem keşke" desem ayıp kaçar. Ama harbi seyretmiyorum. Seyretsem içim böyle dolar dolar da patlayamam, o külli zavallılık beni ezer ezer da tarif edemem. Edebilene şapka çıkarırım.

Şölen dedi ki...

Sessiz bir takipçiniz olarak, bugün yemekteyiz şerefine bu sessizliğe son veriyorum. İnsanı aynı anda gülme ve titreme krizine sokabilen bu program hayatıma girdiğinden beri diyorum ki, katılayım şuna, herkese verip veriştireyim gözlerimi devire devire, elimi böğrüme koya koya... Misafir ağırlamadan gireyim, saraylı terbiyesinden çıkayım. Evden getirdiğim ponponlu terliklerle hereke halıları üzerinde ceylanlar gibi sekeyim. Sonra sıra bana geldiğinde dayayim herkesin önüne hazır çorbayı, mcdomalds'ı... onlar eleştirsin ben güleyim, onlar salya sümük bağarsın ben göbek atayım. Programın temellerine iki dinamit atayım...

Jamini dedi ki...

Ben de sadece evdeyken seyredebiliyorum bu programi,(ve nihayet bir kac gun sonra ona tekrar bakabilecegim)hakketen olanca gicikligina rahmen insan birakamiyor seyretmeyi hatta biraz kasarsa taraf bile oluyor.(ki bence oyle daha zevkli izleniyor)

Umarim yapimcilarin aklina bir gün gelir de , böyle tv dünyasinin gecici ünlerini (mesela bir semra hanim ya da medyum memis gibi)toplarlar ve onlar arasinda bu yarismayi duzenlerler.

Deniz Coşkun dedi ki...

babanneler şöyle söyler: yemeğin başında sen de pişeceksin.

bodrum'dan bildirdim.