23 Şubat 2009 Pazartesi

Kemank Aşlıe Rkekf Uryası

Hepsi ayrı çocuk ha, karıştırma.

High School Musical'a bakıyorsun, öyle. Gossip Girl'e bakıyorsun, öyle. Her yanı kalın kaşlı, fırfırlı kaşlı, dolgun kaşlı, tilki tipli çocuklar. Bir de lüküs muhit kuaförlerinde çalışan çıraklara benzemiyorlar mı? Saç yıkarken arkada duran arkadaşlarıyla kaş gözle anlaşıp, güler bunlar. Sen de "bir yerimde bir şey mi var acaba, burnumda sümük mü var? neye gülüyorlar ulan?" diye dellendiğinle kalırsın. Bey diye hitaplamalar. Bu vesileyle birbirine iş buyurma, laf sokma, dalga geçmeler. "Yunus Bey, (kikirdemeler), yerdeki saçları alabilir misiniz lütfen?" Misiniz lütfen kısmında ses yükselir illa ki. Her dakika güler bu herifler. Dükkana girdiği ilk günkü çekingenliği buhar gibi dağılıp gidince, küstah bir dalgacılık gelir yerine. Farketmez gençler, hepinizi seviyoruz. Saçlarımızı düzleştiriyorsunuz. Ama bu benzerleriniz acayip paralar yapıyor, sadece kunduz tiplerine yapıştırılmış kırpık kaşlarıyla. Haberiniz olsun da alıp durmayın Arto gibi.

5 yorum:

Deniz Coşkun dedi ki...

şu chuck bass tam eduardo tipli bişey.

Elmoş dedi ki...

Hangisi o? Ben isimlerini bilmiyorum. Bölünerek çoğalıyorlar.

Deniz Coşkun dedi ki...

keşke buna cevap yazdığında da beni uyarsaymış gmail. var mı öyle bir fırsat, bir avantaj?

o şey o, şu alttaki fotoda göbeği açık olan.

bir de; kuaför tespitlerinle kendimden geçtim. hatta bir anımı paylaşmak istiyorum seninle (hemen senli benli konuştum, adetim değildir ama blog'unun masif bir kısmını okudum gibi; o sebeple - oytun yolladıydı linkini; bu da ek bilgi)

aynı böyle bir kuaför çocuk vardı. başta davulun sesi hoş geldi. sırada bekletmiyordu, türkiye'ye sigara yasağı geldiğinde sigara içirtiyordu, kafa masajı yapıyordu saç yıkarken. nedensonra bazı esprileri türedi. "mehmet bey, kalın fırçayı getirir misiniz?, ıhı ıhı" gibi.
ben, ki benim saçlarım açık bakır rengiydi ve sürekli boyatıyordum natureli, bu kuaföre gitmeyi kestim. ama işin kötüsü, ev ve iş arasındaki rotada bu kuaförün önünden geçmek zorunda kalıyordum.

aylardır neler yapıyorum neler sırf yüzleşmek zorunda kalmamak için...

bir kere hep alakasız olmasına rağmen karşı kaldırımdan yürüyorum.
kışın bere takıyorum ya da kapişonumu takıyorum. ya da şemsiyeyle kamufle ediyorum kendimi.

son zamanlarda cep telefonuyla konuşuyor gibi yaptım.
bazen de yolu uzatarak başka bir caddeden gidiyorum.

ama hep derdim, ulan bir taşınsam, nasıl rahat edicem.

neyse, müjdemi isterim, taşınıyorum da haftaya. tabii kuaför yüzünden değil. ama kimbilir, belki de bir kelebek etkis...

Elmoş dedi ki...

Yorum yazdığın yerin altında var aslında bu opsiyon. Tıklamamışsın. Bak ben şimdiden tıkladım.

Kuaför olayının daha basit görünen ama daha komplike daralmalara sebep olan iki husus daha var:

1) Kuaförle kurulan ilişki, o dükkanın içinde yaşanan bir şey; bir tür alışveriş. Önlerinde ıslak veya yeni boyanmış saçlarla oturduğun zamanlara has. Sadece o zamanlarda kuaförün kendisi veya çırakları sana gazetenin Günaydın ekini getirmeyi teklif ederler, kahve içer misin diye sorarlar. Normalde adam seni yolda görünce kahve içmeye götürmüyor ya. Kurulan iletişimin kapsama alanı da dar. Hal hatır, bitmediyse okul sorulur, bittiyse iş sorulur, üstünkörü hükümeti eleştirmek amaçlı gündem hakkında fikir sorulur.

Neyse, ne diyordum.

Haftaiçi kuaförün önünden yürüyüp bir yere gidecek oluyorum diyelim. Bilindiği üzre, bu adamlar dükkan önünde taburede otururlar iş güç yokken. Önünden geçerken bende bir duraksama. Bir yandan kendi aralarında konuşuyorlar, gülüyorlar, görüyorum. Diğer yandan ya tam son anda gözgöze gelirsek ve ben "selam vermeyen ama saçını da eninde sonunda eşşek gibi gelip bana boyatan kız" statüsüne geçiverirsem. Hem selam versem, ağızlarının içinden mırıl mırıl bir espiri veya cevap gelecek, duyamıycam ve tekrar da soramıycam. Bu yüzden karşı kaldırımdan, arka yoldan veyahut i-podumla "müzik dinliyorum, işimdeyim gücümdeyim" şeklinde veyahut cep telefonumdaki olmayan bir mesaja bakıyormuşcasına ve o mesaj benim için ölüm kalım meselesiymişcesine geçiyordum. Son 1.5 senedir İsveç'te bu derdim kalmadı. Gemiden bir yük daha atmış oldum çok şükür.

2) İkinci überrahatsızlığım da manikürünü pedikürünü kuafördeki kıza yaptırmayan insanoğullarına hastır. Aynadan hareketlerini yan gözle tespit ettiğim manikürcü kız, daha ben Günaydın ekinin ikinci sayfasına geçmemişken sağ koldan atak yapar ve ojesiz ellerimi işaret ederek "manikür-pediküre ihtiyaç var mıydı?" der. Halbuki ben iki sokak aşağıdaki lüks güzellik salonu Yüksel'de yaptırıyorum. Ama kıza ne desen "sen beceremiyorsun da ondan burada yaptırmıyorum" kaçacak. Al işte. Bu tür günlük hayat seçimleri ağartıyor insanın saçını. Sonra her ay oryalsiz bakıra da boyatırsın, civciv sarısına da. Bir o faydası var.

Deniz Coşkun dedi ki...

bakmak ama görmemek konusunda şanım aldı başını yürüdü. artık yorum'lar mail adresime gelecekti.

ben de blog'unu bundan sonra takip edecektim, eğlenip gülecektim, yorumlar yazıp, cevaplar bekleyecektim.