12 Şubat 2013 Salı

Tuhaf günler

Günler çok tuhaf geçiyor. Final, bütünleme zamanları böyle olurdu; midem ağzımda, bir yandan hep bir koşturmaca. Eve girer girmez, ayakkabılarımı çıkarır çıkarmaz yeni bir sınava çalışmaya başlardım. Masanın üstünde her dersten not, kitap. Geçecek miyim, kalacak mıyım bilinmez, ondan atılmaz da, hepsini özenle kütüphaneye kaldırmak gerekir. Benim vakam beterdi tabii: İlk seneler gözüm avda-kuşta, kahkahada, alemde, ortamda olduğundan temel tek bir ders vermedim de, sonra üniversitenin koskoca dört senesini bir buçuk senede toplayıp verdim. Onlarca dersi neredeyse tek bir seferde. Kalan tonlarca dersi bir dahaki seferde. Kalan dört nazar boncuğunu da yarım dönemde. Tamam mı, tamam. Eşek gibi çalıştım mı, çalıştım. Çalışmak belki yetmez, aman kendimi riske atmayayım diye bileğime rengarenk Live strong-Armstrong bilekliklerinden bile taktım. Her tür uğuru üstüme doluyordum neredeyse, çalışmak ya yetmezse diye. Bir tek kopya çekmeyi beceremedim. Lisede bir-iki kere teşebbüs ettim; baktım olmuyor, strese gelemiyorum, bir daha hiç zorlamadım o kapıyı.

Ne diyordum;

Bu yoğun sınav dönemlerine gire çıka çalışma tempomu kavradım. Finalde veremediğim ders olursa, bütünleme için başlıyordum erkenden çalışmaya. Hızlı hızlı o dev kitapları okuyorum, özetler çıkarıyorum. Sonra özetlerin özetini, ardından özet özetinin özetini. Böyle böyle sonunda koskoca hukuk derslerini küçük bir post-it sayfası üstüne sığdıracak kadar konsantre hale getiriyordum. Gözümü kapatınca önümde satır satır her şey. Şeyi soruyorsa o şeydeydi ya, Sabih Arkan Ticari İşletme Hukuku kitabı 47. sayfa 3 numaralı dipnot. Bak, öyle ezberlemişim. Sonra sınavlarda fırtına gibi esiyordum tabii. Soruyu görünce iştahtan ağzım sulanıyordu; bildiğimi en sade şekilde mi yazayım, yoksa hızlı el yazısıyla cevaplayıp kalan sınav süresinde temiz ve güzel yazıyla, hatta anlatımımı daha geliştirerek yeni kağıda geçirip mi vereyim diye düşünüyordum. Mezuniyete çeyrek kala her şeyi, dünyada hukuk adına her şeyi sanki biliyormuşum gibi bir Zen duruş geldi üstüme. Geceleri sakinleşmek, odaklanabilmek için sürekli yeşil çay içiyordum, litrelerce. Belki yeşil çaydandı Zenlik. Sabah ezanı okunurken, gün yavaş yavaş aydınlanırken gözlerim kapalı hafız gibi dudaklarım kıpırdanır, uykusuzluktan çöken sarhoşlukla içimden örnek soruların cevabını geçirirdim. Annem işe gitmek için hazırlanırken kahvaltı sofrasında sanki soruyu bana o yöneltmiş gibi dönüp ona anlatırdım, sınava yetişmek için taksi çevirir, arka koltuğa yayılarak kitapların index kısmını gözden geçirirdim. Eksiğim, gediğim olabilir mi, bir daha düşünürdüm, profesörler adına kendi açığımı yakalamaya çalışırdım. Tabii şimdi bunları anlatıyorum diye her şeyi kusursuzca çalıştım diye bir şey yok. Büyük dersleri ama, hep bu şekilde çalıştım. Küçükler uyduruk notlarla da geçilebiliyordu, o yüzden çok kendimi yormadım.

İşin tuhafı, o kaçınılmaz an gelip de haftalar sonra sınav sonuçlarının asılmasıyla mutlulukla karışık şekilde muhakkak bir burukluk yaşardım. Bakıyorum, geçmişim. Bunu görür görmez sanki hiç geçmeyi hak etmemişim gibi, sanki yürekten, ezbere, satır satır her şeyi bilen ben değilmişim gibi, sanki bu işin içinde bir iltimas, bir üçkağıt varmış gibi boynum bükülürdü. Neden? Bilmem. Asıl mesele o dersi vermek değil, o dersi verebilmek mücadelesiymiş gibi mi düşünüyordum acaba içten içe? Verince sınav zaten çok kolaydı gibi gelirdi. Başarmış olmanın hiçbir anlamı kalmazdı. E, olur mu hiç öyle şey, var bir anlamı. Ama yok gibi gelirdi o an işte. O hedef geride kaldı, ne yapalım? Daha ne kadar sevineceğiz, gariban avuntusu gibi?

Tamamen geride kaldıktan sonra anlatacağım, her şey olup bittikten sonra tane tane önünüze dizeceğim şimdiki zamana dair anıları uzaktan, gelecekten görmeye çalışır gibi oluyorum bazen. Eğer olumlu sonuçlanırsa her şey, biliyorum ki yine kendime çok az övgü düzeceğim. Yine şansımın yaver gittiğini düşüneceğim, yine bunca çabamın adı bile olmayacak. Ha, eğer sonuçta bir başarı elde edemezsem, o zaman da başka bir düşünce rutininin içine yuvarlanacağım ve ne kadar da çaresiz olduğumu, bunca fena olayın neden benim başıma geldiğini, vay anneciğim ne bahtsız olduğumu filan düşüneceğim. Herkes kadar kendime acıyacağım, acıdıkça daha hareketsizleşeceğim. Ama mevzu o değil. Mevzu şu: İnsan iki maratonu aynı çabayla koşmuş olsa da, kazandığı maratonu hep destansı anlatır, değil mi? Sonuçta kazanılmamış olanı için kendini yırttığını, canını dişine taktığını anlatması anlamsız kaçar. Hatta bu yüzden daha liseden itibaren çoğusu kaldığı sınava hiç çalışmadığını söylerdi, değil mi ya? ULAN, nasıl çalışmadın, kaç gündür bunu konuşuyoruz, çalıştığın notları gösteriyorsun? "Yok ya, öyle hafiften bakmıştım bir gece önce" derdi o model insanlar. İşte, hep şu maraton hikayesi yüzünden. Öykünün sonu, başını ve hatta ilerleyen bölümleri baştan yazıyor çünkü. "Çalıştım, ama başaramadım" demek, çalışmaya harcadığın emeği anlamsız kılıyor, seni de tam bir gerizekalı, çalışmasına rağmen yapamayan gerizekalı durumuna düşürüyor. Kimse bunu kabullenmek istemez elbette. Belki bu yüzden ben de ser verip sır vermiyorum, şu an ne tür işlerle boğuştuğumu pek açık etmiyorum. Belki başarırsam, gelip blogda destansı şekilde yazacağım. Peki ya başaramazsam? Hah, işte beni çok iyi tanıyan candostlarım, tahmininizde yanılmadınız: Başaramazsam da gelip blogda destansı şekilde yazacağım, hatta büyük harflerle, DESTANSI şekilde yazacağım. Hepinizin bana, makûs kaderime acımanızı bekleyeceğim. Sözümün sonunda, yeterince anlattığıma ikna olduktan sonra, başımdaki fötr şapkayı çıkarıp önümde tutarak önünüzden geçeceğim ve sempati dileneceğim. Bu sempati tutamlarını örerek beni en azından bahara kadar sağ çıkarabilecek bir in, kovuk inşa edeceğim kendime.

Durun bakalım, tekrar konuşacağız. Bu iş burada bitmedi.

4 yorum:

Unknown dedi ki...

Sen başarmıcan da kim başaracak!:) marmara hukuk danasını, stockholm hukuk belasını, boston hukuk firmasını alt etmişin bundan sonrası vız gelir tırıs gider! bu kadar da dol_muş şoförüyum bugün!

Elmoş dedi ki...

Eğer tahmin ettiğim kişiysen, hiç bu başarıları dizme önüme. Sen de aynılarını yaptın, doktöralı hanım. :)

Unknown dedi ki...

yaw benim adım essen de niye gözükmüyorum? bu ülke bizi görünmez kıldı görüyo musun!?

Elmoş dedi ki...

Bilmiyorum ki. Ben başka bloglara unknown olarak bile yorum bırakamıyorum şu anda, bir terslik var herhalde Blogger'da.