19 Şubat 2013 Salı

Tipitip of the day*

Konserden bahsetmişim de, izlenimlerime paralel şekilde tasvir etmek istediğim iki karakteri unutmuşum. Bu tiplerle istisnasız her konserde denk geliyorum Türkiye'de ve Amerika'da. İsveç'te katiyen yok böylesi. Neden katiyen diyorum, onu ilerleyen bölümlerde zaten anlayacaksınız. (Sabırsızlara özet: Uygarlık savaşında bayrağı İsveç taşıdığı için.)

Bundan iki sene önce baharda bir süreliğine Türkiye'ye gitmiştim, hatırlarsınız. Birkaç çeviri işi buldum diye keyfim yerinde, haftasonları arkadaşlarımla, haftaiçi de canım nerede isterse orada vakit geçirmiştim. Uzun yürüyüşler, fotoğraf çekmeler, kedimle miskin miskin televizyon izlemeler (ki yaz öğleden sonraları kadın programları izlerken hissettiğim mutluluk bambaşkadır. Dışarıda top oynayan çocuk sesi, klimanın hafif üzerime üfleyişi, berrak mavi gökyüzü, az sonra yapılabileceklerin verdiği şevk, bu ihtimallere naz yapar gibi salonda ayağını sehpaya uzatıp Esra Eron-Songül Karlı çiftleştirme programlarında geleceğini garantileyene kendini gönülsüzce mal gibi satanları, anasının gözü kızları, dul subayları, Ege'den programa katılan, röflelerle süslenmiş aslan başlarıyla ikinci baharcı teyzeleri, stüdyoyu işyeri olarak benimseyenleri, aşk değil yorum hakkı arayan ve mikrofon eline geçince "Ama Sevda Hanım'a burada katılmamak mümkün değil. Çünkü geçen hafta Ümit Bey demişti ki, "Antalya'da ailemin arazisinde yaptırdığım bir ev var". Şimdi lafı biraz değiştiriyor, kesinlikle çeviriyor demek istemiyorum ama biraz değiştirerek... Lütfen arkadaşlar sessiz olabilirsek, burası demokratik bir platform sonuçta, ben de kendi fikrimi söylüyorum. (Songül Karlı itiraz eden izleyicileri susturuyor) Teşekkür ederim Songül Hanım. Yani, ben Ümit Bey'in kasten yalan söylemiş olabileceğini düşünmüyorum açıkçası. Fakat eğer bir dubleks evi varsa, o zaman neden şimdi Konya'da ailesinin yanında oturacaklarını söylüyor? Acaba Ümit Bey'in annesi Hayrünnisa Hanım, geçen haftaki yayından sonra oğlunu öbür türlü olması için ikna mı etti diye insanın aklında soru işaretleri beliriyor. (Bu "soru işareti belirmesi", Türk televizyonlarında en yaygın kalıplardan biri ve düşün(meme)ce sistemimizi de ortaya koyuyor. İzleyiciler sorgulayıp meraklanmaz, adeta ilahi, gökten inme bir soru işareti belirmesi anı yaşarlar.) Ümit Bey, daha önceki hanımıyla eğer Konya'da yaşadıysa ve hanımı kayınvalidesiyle geçinemediği için kısa sürede ayrıldılarsa, Ümit Bey o zaman neden bir daha aynı şeyin olmasına müsaade ediyor? Yani Antalya'daki ev dururken, Konya'da oturmanın bir anlamı yok. Kaldı ki Sevda Hanım'ın hasta babasının Muğla'da oturduğunu düşünürsek yakınlık bakımından da daha iyi olur diye düşünüyorum. Her şeyden önce benim de bir evladım var, ("Allah bağışlasın" fısıltıları, Songül Karlı'yla Ahmet Özhan yaka gömlekler giyen yancısı da "Allah bağışlasın" diyorlar burada), teşekkür ederim, yani benim de bir evladım var, 10 yaşında ve inanın geceleri yatmadan önce hep dua ediyorum ki ileride hayırlı bir kısmeti çıksın. Fakat, ne bana muhtaç olsunlar, ne Allah korusun ben onlara muhtaç olayım. Yine de insandır, hastalığı var bunun, sıkıntıları var. Sevda Hanım'ın babası yarı felçli, hasta bir insan. Ümit Bey'in bunu düşünmesi gerek. Sevda Hanım'ın çalışması meselesine gelince; kendisi canlı, dışa dönük bir insan. Burada birbirimizi kısa sürede de olsa tanıma fırsatı bulduk ve benim gözümde gerçekten dört dörtlük bir bayan. Daha önceki taliplerinde, Yusuf Bey olsun, Selami Bey olsun, hep bunu söyledim, Sevda Hanım dört dörtlük bir bayan, çalışmayı da seviyor, o zaman çalışmasında bir sakınca olmalalı. Sevdacığım, karar senin, bizim burada diyeceğimiz şey sadece soru işaretleri..." diye başlayıp sonsuza uzanan açıklamalar, çözümlemeler, mantık oyunları, permutasyon-kombinasyonlar sunan, ne olup bittiğinin çetelesi tutan izleyiciler. İşte, reklam aralarında koşa koşa çişe gidip program başladığında koltuğa mıhlanarak dostum, böyle yaşarım. Arada da soluklanıp kendi işime bakarım).

Bu arada, bahsettiğim dönemde henüz İstanbul'a gelmemişken Bonobo konseri için biletim çoktan alınmıştı. Bu organizasyonla beni neşelendirmek için elinden geleni ardına komayan arkadaşlarımla konser günü erkenden buluştuk, bir arabaya doluştuk ve Otto Santral adındaki, daha önce hiç gitmediğim etkinlik mekanına gittik. Muhafazakar bir muhitte konuşlanmış, otoparktan mekana yürüyen alter gençlikle mahallenin geriye kalanı arasındaki kontrastın her türlü hissedildiği Otto Santral önünde önce sıraya, uzunca bekleyişin ardından da içeriye girdik, sahneyi göreceğimiz bir nokta bulduk ve ağır ağır içkimizi yudumlamaya başladık. O sırada sağımızdaki kapıdan tekinsiz, Mahmut kılıklı (tüm Mahmutlardan özür dilerim, elbette onların da Bonobo dinlemek hakkıdır da, onca alterin arasında Kurtlar Vadisi biraz alakasız kaçıyordu) adamlar, Kartal Ülkü Ocağı kılıklı adamlar, Şanzelize Pavyon'da streç mini elbisesinin içinde lambada yapan kızların memelerinin arasında para sıkıştıracak türde adamlar girmeye başladı. Çok bilet satılmadı da halk gününe mi çevirdiler etkinliği, anlayamadık. Eyüp'te Bonobo nasıl tanıtılmıştı da akın akın Mahmutlar doluşuyordu? İçeride sigara içilmesi yasakken "LAAANNN, BONOBOOO LAAAN" diye nara atarak bir yandan sigara içen bu 40-50 yaşlarında taşkın aile babalarının, dayılarının ne işi vardı? Dahası, neden kimse müdahale etmiyordu? Az sonra asimetrik kesimdeki saçlarıyla birbirinden inanılmaz derecede farklı bireylere dönüşmüş, alter trendinlerini takiple bir örnek giyinmiş, transparan bluzlarının içinde mesela koyu renk sütyenleri rahatça seçilen kızlara dayamak için bu Mahmutlar itişmeye başladıklarında ve yanlarındaki Abdullah sakallı reklamcı sevgilişleri öylece bakakaldığında da korumalar, güvenlik filan gelip de müdahale etmedi. Mahmutlar birleşip bir süre sonra "BONOBO ŞAKŞAKŞAK BONOBO ŞAKŞAKŞAK" alkışı tuttular, birbirlerine bakıp bakıp güldüler ve gözleriyle mini etekli, mini şortlu, yakası bağrı açık kızları soyarak, ellerini kumaş pantolonlarının malum bölgesine (erojennnnn) götürüp götürüp kendilerini okşadılar. Ve, beni en şaşırtanı da, adamların o kızlardan biriyle eve gideceklerine inançları tamdı. Birileri bunların kulağına fısıldıyor, "Ağbi, rakçı kızlar var, bildiğin gibi değil ha, bunlar her yola geliyor" mu diyor, ne diyorsa artık, bunlar da herkesin aldığını almaya, rakçı kızla salya sümük, tekme tokat sevişmeye gelmişti. Sevişmesek de, diyor, izlerim, mıncıklarım, dayarım, arkadan yanlışlıkla gibi yapıp kucaklarım. Eyüp Hacıyatmaz Kıraathanesi ekibi olarak bu yola baş koymuşlar bir kere. Bilet kaç paraysa kaç para, LAN! Kız gelecek yerden bilet esirgenmez. Böyle böyle onlar strateji kurarken konser başladı, itişmeler bir süre sonra şişe kırılma sesleri ve kavgalara dönüştü, şarkı aralarında yine naralar işitildi. Sonunda kan dökülmeden şarkılar bitti, kızlar pistte çılgıncasına dansetmeye ve Mahmutlar öbek öbek onları seyretmeye devam ederken Eyüp'ü terk ettik.

Eyüp'ten biraz daha kontrastı düşük bölgemize, Asmalımescit'teki Babylon'a gelelim. Babylon'da ne zaman bir etkinlik olsa, konsere birkaç dakika kala bacaklarını yengeç gibi aça aça yürüyen Mahmutların içeri girmeye başladığını görürüm. Bazen yanlarında kadın ırkını ürkütmemek, kadınlarla da iletişim kurabildiğini gösterebilmek, demonstre edebilmek amaçlı başka bir kızı getirdikleri de olur. Bu kız, aslında gruptan birine yanıktır ama gruptan o biri bunu hiç sallamıyordur. Zaten kızcağız ne konserine geldiğini filan bilmiyordur, Pazartesi günü bankada Accesorize taklidi mağazadan on tanesini bir milyona (yeni paraya göre 1 TL) aldığı bileziklerini şıkırdatarak "Beybilon'a konsere gittik" diye anlatacaktır ve ortamdaki enteresan giyinmiş gençleri detayıyla tasvir edecektir. Neyse, bu yengeçler işte, bardaysan gelip yanına tünerler, bir köşedeysen sana gözlerini dike dike giderek kıçım kıçım yaklaşırlar ve hakikaten sonsuz bir özgüvenle onlara "Ohhh, Mahmut, işte beklediğim sendin!!!!" demeni beklerler. Sen uzaklaştıkça "Naza çekiyor nihihihi, seni gidi şırfıntı" diye düşünerek, o sakız gibi bembeyaz, göbek deliğine kadar düğmeleri açılmış, o Zara'dan kaslı göstersin diye bir beden de küçük alınmış dar kesim gömlekleriyle daha da yanaşırlar. Adam bir önceki hafta Demet'in sahnesine gidiyor, kızları kepçeyle götürüyor, tabii Babylon'da onun o yeni popçu kılığına herkesin öleceğini filan sanıyor. Babylon'un zaten adı yok; senelerdir, on senelerdir "Türkçe pop gecesi! Oldies but goldies! Alternatif müzik türleri dinlemeyenlere de ikramlarımız olacak!!! Koşunnnn!!" filan partileriyle hanzo ruhların da gönlünü çelip topladığından, Demetçilerin ayağı alıştığından ve entelektüel gibi duran gençlerin bölgesine gelince onlar da entelektüelmiş gibi hissettiğinden geri kalmazlar.

Şimdi, birinci tipimizi az çok ve üç boyutlu olarak modelledik. Bu model, kapıdan geçerken içeride kadın bulma ve akşam eve götürme hevesine tutunan model. Ve ben bu modeli Amerika'daki konserlerde de, hele bar konserlerinde, hep görüyorum. Kankasıyla gelip Turan taktiğiyle saldıranları, grubu filan tanımayıp iki yana esnemekten ibaret dansıyla bir yandan kız süzdüğünü, fırsat bulursa yapışıp, yanlışlıkla eline-koluna çarpıp "Pardon! Grubu tanıyor muydunuz bağğyan"ın İngilizcesini söyleyeni hep gördüm/öylesiyle muhatap oldum. En arkada durur, bardan içki alıp az ötede arkadaş grubunun yanına ilerleyen kızın poposunu seyreder ve alkolden buğulanmış gözleriyle iri bir köpek gibi ağzının kenarından salya akıtır.

İsveç'te niye yok: Çünkü İsveçli adam o arayışı gidip kendi türünde bir barda yapar. Orada rakçı kız tuttuğuyla eve gidiyor gibi bir durum yok, herkes herkesle eve gidebiliyor ve cinselliğe doyulmuş. Amerika'da hala doyulmamış. Doyulamıyor. Türkiye'yi açıklamıyorum bile. 

İkinci tip nasıl? İkinci tip de şöyle:

Yine Türkiye'deki herhangi konserde, Amerika'da da, konsere geç gelen gruba dahil bir kategori var: Evli barklılar. Evli barklı derken, orta yaşın epey üstündeki, bembeyaz saçlı, emekli hippi tipleri diyorum. Bunlar da bir gençlik heyecanı, bir gençlik kanıdı olarak "Haydi hanım, hazırlan da yolun köşesindeki bara bir gidelim! O kadar da ölmedik! Heh heh heh!" zihniyetiyle "kotları çekip" geliyor. Hanım, biraz yaşın getirdiği "Ben sarktım ve kırıştım, orada çıtır çıtırlar olacak" endişesiyle makyaj yapıyor, saç yapıyor, omuzlara sportif dursun diye kazaklar, sweatshirtler atılıyor ve alana varılıyor. Bu çiftler konseri hep birbirlerine sarılmış vaziyette izlerler. Gençlere bakıp "Heh heh heh, gençlik de güzel şey" derler. Arada gece eve gidince olanları sinyallemek adına tutkulu öpüşmeler yaşarlar. Çünkü o kadar da ölmediler. Biz de, konseri onların arkasında izliyorsak, bu dört-beş şarkı sonra eve uzayacak ihtiyar delikanlı-gençkızları hoş görürüz.

İsveç'te niye yok: Çünkü İsveç'te insanlar yaşlarını eve kapanmanın, kendini mortgage'a sokup ömür boyu cebinde olmayanı harcamanın ve harcadığının onda birini ödemenin, dolayısıyla hayata küsmenin mazereti olarak görmüyorlar. Yaşı kaç olursa olsun kalkıp konserine, festivaline, barına gidiyorlar. O yüzden bir gençlik aşısı olarak rock bar, falan konser bütünlemesine lüzum kalmıyor. 


* Aslında bu iki tipi Tipoftheday'e yazacaktım da, elim varmadı. Orada halk için edebiyat yapıyoruz, bu kadar derine dalmayayım.

1 yorum:

myloo dedi ki...

Bak bunu okudum ben de kendi Bonobo konserimde aynı mekanda benzeri şeyler yaşadım. Bir dönem orgalink'te anlatmıştım şaşırarak. Demekki Otto bunu hep yapıyormuş. İkimizin Bonobo konserlerinin ayrı ama mekanların aynı olduğunu bilerek diyorum.