16 Şubat 2013 Cumartesi

Feels like we only go backwards

Boston'ın ruhumuza, gözümüze ettiği tecavüze son veremediğimizden, tecavüzden zevk almaya çalıştığımız günlerde müzik aşkımın hatrına tek tabanca konserlere gittiğim oluyor. Dün de Toro y Moi'yı Paradise'ta izledim.


Fotoşu ben çekmedim, Boston Üniversitesi'nin genç işi tezcanlık, heyecan fışkıran sitesi Buquad.com'dan. Üstelik yeni değil, 2011'deki konser tabelası. Dünkü de aynıydı, o yüzden buraya koymakta sakınca görmüyorum. Şu tabelanın bir fotoğrafını çekmek istemiştim zaten. 


Son dakikada Serhan da gelmek için tutturdu. Halbuki ben ne güzel biletimi aylar öncesinden almışım, print edip kütüphanenin rafına koymuşum, üstü tozlanmış bile E, şimdi son dakikada Serhan için biraz şans zorlamak icap ediyor. Ticketmaster'ın sitesine gidiyorum, çalışmıyor link. Telefonla müşteri hizmetlerini arıyorum, derhal meşgule veriliyor. Tele-hizmet hattıyla bilet satın alayım dedim, mekanik ses "Lütfen bip sesinden sonra biletini almak istediğiniz etkinliğin adını söyleyiniz" buyurduğunda "Toğoimua" diye beş-on kere tekrar ettiysem de verim alamadım, sisteme meseleyi tam olarak açıklayamadım. Bu sefer kalktım, Paradise'a gittim kapıdan alayım tükenmeden diye. Bilet gişesine varmadan cama asılmış kocaman kağıttaki "SOLD OUT" yazısını gördüm. Sinirlendim, fakat sonuçta kendi biletim cebimde diye içten içe huzurlanıp konser saatine (11) kadar oturmak üzere eve gittim. Ki beklemek de kolay değil ha. Akşam yemeğinden sonra bir mayışma, bizim yaşlara has mı diyeyim, benim karakterimden kaynaklanan mı diyeyim, bir ağırlık çöküyor. Serhan'ın keyfi yerinde tabii o an, bilet yokmuş diye gelemeyecek, evde yatıp dinlenecek. Yine de bu sefer miskinliğe müsaade etmedim, toparlanıp üç-dört ön grubun arkasından çıkacak Toro y Moi'yı izlemek üzere trene bindim. Fakat o da ne, içeride sadece 18-22 yaş aralığında insanlar var ve bir kibrit çakılsa uçacak kadar buhar alkol. Nefes alınmıyor. Zaten çoktandır Sabri Bey'e dönüşümümü tamamlanmış, anlayışsızlaşmışım, hepten gözlerimi yılan yılan süzüyorum, cıkcıklıyorum (içimden). Kış vakti çorapsız bacağına mini etek giymiş, annesinden ödünç simli Gülcan topuklularını çekmiş kızları, gözlerine kan oturmuş, "Fenayım, kusacağım" diye inleyerek gülen oğlanları ite ite arkalara ilerledim. Paradise bize çok yakın bu arada, araları birkaç metrelik dört durak sonrasında önünde iniyorum, yolculuk toplam beş dakika bile sürmüyor. O yüzden boğulmadan nihai hedefe vardım. Tabii içerisi et pazarı. Dört ön grup sırasında genişlemiş, içtikçe gevşemiş genç nüfus, bana ilişecek tek bir köşe bırakmamış. Bardan zoraki bir bira aldım (tek başına bira içmek hiç zevkli değil), merdivenin köşesinde sahne manzaralı bir yerler bulup beklemeye başladım. Derken ışıklar yanıp sönmeye, gençler fıttırmaya başladı, birkaç saniye içinde Toro y Moi sahneye yerleşti. Eski-yeni albümlerden karışık 13 kadar şarkı bir buçuk saatte çalındı, danslar edildi. Sonra da ikinci bise imkan vermeden DJ müziği girince herkes çil yavrusu gibi dağıldı. Kapının önünde dizilmiş akbaba taksicilerin yüzüne bile bakmadan yine okul servisi gibi trene bindim, muhitimizde indim. Mahalle değil adeta kampüs olduğu için buralar, o saatte de capcanlıydı. Evde hiç kapatmadığımız küçük ışıklar zaten yanıyordu, fakat Serhan çoktan uyumuştu. Son bir çabayla makyajımı temizledim, evde olmanın huzuru içerisinde camdan dışarı baktım. Sonra kediyi kucakladım, yatakta ayak ucuma yerleştirdim ve ben de derin bir uykuya daldım. 

Bir sonraki konçertomuz Tame Impala olacak. Onun hatrına çocuk korosundan son derece güzel bir Tame Impala cover'ı koyayım mı?

Hiç yorum yok: