Daha önce Sinan Bey ve Maskara'dan bahsettiğim uzun bir yazı yazdım blog için, içeriğin kişiselliğinden utanıp koyamadım. Lale Hanım ve Şeker'den bahsettiğim bir bölümü de vardı yazının, maalesef onu da koyamamış oldum. Bu ikisi köpek, ikisi insan dört canlı hayatıma bu yaz girdiler. Hikayenin ilerleyen aşamalarında ortaya çıkan havalı veya tuhaf bir bağlantı, dolayısıyla nefis bir son isterdim onları tarif edebilmek için, öylesi daha afilli duracaktı. Gel gelelim "Vaaay, Sinan Bey de ne adammış ama!" veya bir zamanlar Magnolia'nın önünü çektiği türden "herkes bir şeyler yaşıyor, bir noktada hayatları kesişiyor ve kesişmeden sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Her işte bir hayır varmış, bak bu yolların adeta kesişmesi lazımmış" dedirtemedikten sonra yazmanın anlamı yok, demiş idim.
Fakat buradan gitmeme iki gün kaldı. Ve bu durumda her türlü duygusallığa fevkaladenin fevkinde açığım. Hele el ve beyin ishaliyle yazıp durduğum son günlerde, bu konuyu yazmayı en büyük hakkım ve mecburiyetim olarak görüyorum.
Annemi geçen kış poposundan bir köpek ısırdı. Tam ısırmadı aslında, fakat o kaztüyü montun kalça bölgesine diş geçirmeye çalıştı bir kere. Annem de sonuçlarından korktuğu böyle bir durumu bana internette yazışırken anlattı. O günden sonra (belki biraz saçma gelecek ama) annemden ziyade (çünkü kendini korumayı herkesten iyi bilen bir insandır) köpeği düşündüm. İçimdeki o garibanı mutlaka 100 gram fazla tartan adalet terazisi hemen köpeğin lehine çalışmaya başladı. Belki başkasını ısırsa şikayet edilecek, barınağa götürülünce kim bilir kesilip biçilecekti.
İstanbul'a gelir gelmez popo ısıranla tanıştım. Adı Şeker olan bu sokak köpeği, kısa süre sonra 5 aylığına yazlığa gidecek olan, çapraz apartmanın sakini Lale Hanım tarafından sabah akşam bağlı olduğu kulübeden çıkartılarak gezdiriliyor, bu esnada kankası Maskara ve sahibi Sinan Bey de onlara eşlik ediyordu. Bağlıydı; çünkü annem gibi olmayan birkaç kişi korktuğu için yan bakana havlayan bu yabani köpeği şikayet etmiş ve belediye ekiplerince vurdurtarak barınağa postalatmıştı. Hayvan üç kere gidip geldiği barınaklarda ne gördüyse, her seferinde daha hırçınlaşmış vaziyette geri dönüyordu. O yüzden artık apartmanın yanındaki elektrik trafosunun orada, son model bir kulübeye bağlı yaşıyordu.
Şeker'i görür görmez çok sevdim. Gariban bir sokak köpeği olmasına rağmen öyle dilencilik huyu, boynu büküklüğü yoktu bir kere. Boynu büküğe de gönlümüz açıktır da, böylesi gururu hiç görmemişim. Önce, henüz korkunç sıcak yaz başlamadığı için, günde iki-üç kere, sonra gitmem yaklaştıkça bazen akşam, bazen sabah en az bir kere ve mama temini için yanına gidip durur oldum. Ama iş onunla kalmadı. İlaçla vurulup barınağa götürülme tehlikesiyle yaşayan bir hayvanın ikamet ettiği kulübe balkondan görünüyorsa, insanın uykusu delik deşik oluyor sahiden. Her "Hav hav!"ına "Hay hay!" diyerek, camın yanına koşup koşup gittim gecenin herhangi saati. Bazı geceler havlaması veya uluması bitmediği için uyumakta büyük güçlük çektim. Havlamaması da aynı etkiyi yarattı gerçi, o da pek hayra alâmet değildi; havlamadığında da ertesi gün onu kulübenin içinde cansız, önünde zehirli kıymayla bulmaktan delice korktum. Bu bir ihtimaldi.
İkinci ihtimal, yani zehirli kıyma yedirmeden Şeker'e zarar verebilecek diğer kişiler, kulübenin baktığı apartman dairesindeki çift idi. Bu çift, birkaç sene önce mahallenin sevgilisi Çelik isimli sokak köpeğini bir sabah havladığı sebebiyle başından oracıkta susturuculu bir tabancayla vurmuşlardı ve elbette yanlarına kâr kalmıştı. Bu yüzden balkona her koşuşumda, söz konusu balkondaki hareketliliği ve Şeker'i varlıklarıyla deli eden dış cephe yalıtımcısı ustaları falan da kontrol etmem gerekiyordu. Buna Şeker'in bağlı olduğu yerin birkaç metre ötesindeki parkın içinde gece karanlığında içen mahalle gençlerini ve belediye ekiplerini de ilave edelim.
Üçüncü ihtimal de, Şeker'i hiç bulamamaktı. Birilerinin Şeker'in tasmasını açarak salması ve ensesi mikroçipli ve aşı karnesi bile olan bu hayvanı şikayet ederek, belediyeye toplatmasıydı.
Bu ihtimaller, kulaklarımda köpek havlamasına karşı olmadık bir duyarlılık geliştirdi. Yattığım yerden uyurgezer gibi sabah beş sularında fırlayarak daha adımı hatırlayamadan "Neyi var? Aşağı insem mi?" diye düşünebilmemi sağladı. "Sağladı" mı diyeyim yoksa "sebep oldu" mu desem; her durumda mahvetti beni. Şeker'e mama verilecek diye akşam erkenden eve koşan, koşmuyorsam bile ilk iş yanına uğrayan, her boş anımda parka inip köpek gezdiren ve şefkatle köpek kakası çişi seyreden bir modele dönüştüm.
Aradaki sürede Lale Hanım yazlığa gitti, Sinan Bey aniden vefat etti. Maskara boy attı, Şeker daha hırçınlaştı, ben de Boston'a geri dönüyorum.
Durum bundan ibaret. Öyle pek fırfırlı sonu yok bu işin, söylemiştim. Buraya yazınca belki bir kilo çekmiyor da, içime tonlarca yük bıraktı hepsi.
Hayvanseverler arasındaki kanser yaygınlığına dair bir araştırma yapılsın, buradan rica ediyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder