İstanbul'u çok özledim. Annem bir yana, onu özlemeye ayrı başlık açmak gerek, İstanbul'un kendi halinde, kendi kendine takılmasını çok özledim. Şu dönemlerdeki dengesiz hallerini, saçmasapan yılbaşı süsleriyle bezenen Kadıköy'ü mesela. Ne bileyim, insanların çeşitliliğini, fakirini, daha az fakirini, farklı renklerde ama moda diye bir örnek paltolar/mantolar içinde kızları/erkekleri, başı bağlıları, açıkları, bir yere yetişenleri, vitrinleri seyredenleri, İzmir lokmacısının önünde bekleyen rengarenk, her boyda kedileri, dükkanların çeşitliliğini sonra, bir daracık iç çamaşırı mağazasının yanında dönerciyi, ayakkabıcının yeşil kartondan kestiği indirim yazısının eğri harflerini, yerinden çıkmış, çamur yatağı Arnavut kaldırımlarını, kapısı müşterilerinin girip çıkmasıyla açılıp kapandıkça sütlü tatlıcılardan süzülen sıcak, şekerli kokuyu, İskele'ye doğru yürüdükçe biçimsiz sokaklarına kurulmuş beyaz eşyacıları, Moda'ya uzandıkça azalan kalabalığı, fırınların önünden geçerken karnımı açlıktan buran tarçınlı çörekleri, minik meyveli turtaları, antika saatçiyi, dondurmacıları, verzalit sandalyeli çay bahçelerini, kışın ıslak diye dışarda oturmaz, sandalyeler öylece bekler hani, saman kağıda sarıp getirdikleri tostu, içinde incecik peynirden bir şerit, serincecik ayran, ayranı bile özledim yahu.
5 Aralık 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
5 yorum:
Çok fena bir zamanda okudum. İstanbul ve anne kelimelerini görünce en azından kapatmalıydım.
Ben de senin bloguna bakayım dedim, ama ID'nin etrafı tel örgülerle çevrilmişti.
Göndereyim mi sana hepsinden, ister misin?
(Kadıköy havasını poşete koyup kargoya veren kırmızı ayakkabılı romantik küçük deviant kız a bağlıyorum yavaştan. [istersen yaparım ama. imaj hiçbişeydir yer yer])
Yılmaz Erdoğan'a bağlamadan gurbet/hasret anlatılmıyor, GÜLÜM.
İstanbulun bi yuttukları vardır bide kustukları...kalıcı olmak istiyosan bu kentte,onda kendinden birşey bulman anlamsız,onun sende birşeyler bulması gerek...ancak o zaman derinliklerine alır seni...
Yorum Gönder