9 Ekim 2008 Perşembe

Ananeme ne oldu?

Yeni bir şey değil de, ananeme iki sene önce kanser teşhisi kondu.
Bu ne demek, biliyor musun? Şu demek: Yaşayan bir insan için yas tutuyorsun. Sevdiğin birine "ölecek" deniyor, ömür biçiliyor ve o insan senin gözünde o an ölüyor. Öğrendiğin an, ölmüş gibi sanki. Sonraki anlarda hayalet gibi geliyor sana. Nasılsa ölecek diye gözünün içine bakamıyorsun. Onu daha çok sevemiyorsun. Bir süre sonra o yaşamını sürdürdükçe, içindeki yas muhatapsız kalıyor. Sen birine üzülüyorsun, ama o ölmemiş. Kızıyorsun. Bir an önce ölse, üzüntüden mahvolacaksın. Ama iyileşme sürecin de bir o kadar çabuklaşacak. Böyle, her gün, ufak ufak, yeniden onun öleceği ama henüz ölmediği sürecine alışmak inanılmaz zor.
Hem ölmesin, vücudu sıcacık yanında olsun, hem de ölsün de onu böyle kireçbeyazı bir suratla, gecenin bir yarısı tuvalete doğru topallayarak yürürken görmeyesin istersin.
Bir arkadaşımın senelerdir felçli ananesi vefat edince annesi "çocuğum gibi olmuştu, on sene daha yaşasaydı çocuk gibi de, ben de ona baksaydım" demişti. Aklımdan silinmeyecek bir söz. İnsan böyle bir psikolojiye nasıl giriyor?
Ananemin haberini aldığımda dolmuşla Taksim'e gidiyordum. O an sonradan dökemeyeceğim kadar çok gözyaşı döktüm. Yol bitip de Megavizyon önünde Utku'yla buluştuğumda taziyelere hazır vaziyetteydim sanki. Geceleri annem yatağında ağladı bir süre. Burun çekme seslerini dinledim. Ananemin gözüne bir süre bakamadım. Teşhisi bilmiyordu, gözümle ele veririm diye korkuyordum. Sonrası da kanıksama. Ne yüzsüz olduğumuzu anlama. İnsan alışıyor. Alışılır mı deme, alışıyor. Anane ölecek. Öldü bile. Sen ölümünü kabullendin bile. Üstelik o ölmeden. Öyle ki yaşaması bile üzüyor bazen. Çünkü bir daha ölecek, bu sefer gerçekten ölecek. Sen de artık halin kalmamış bile olsa, bir daha üzüleceksin. "Bir daha göremiycem" diye ağlıycaksın. Şimdi görmek bile öyle tuhaf ki oysa.
Anane nasılsın? Ağrı mı, lodostandır. Bok lodostandır. Anane haberin yok, tüm kemiklerine, organlarına yayılmış kanser. Literally, için içini yiyor. Sen de eriyorsun. Gözüne yaşlı kedi/köpeklerdeki gibi saydam/beyaz bir perde indi. Yaraların kolay iyileşmiyor. Çünkü ölüyorsun. Sana bunu kimsenin söylemeye cesareti yok. Herkes bakışlarını kaçırıyor, sen ağrılarından şikayet ettikçe tiyatro yapıyor. Hepimiz yalan söylüyoruz.
Sen eski kadınsın. "Anı yaşayayım, günü yaşayayım, sevdiklerimle kaliteli zaman geçireyim" modern saçmalıklarını yemezsin. Neyi yaşayacaksın, ne kalitesi? Sen yemek yapmak seversin, bayramda bir uçtan bir uca torunların, torbaların evi doldursun istersin. Sen başkalarını mutlu etmek, fedakarlık yapmak için yaşadın. Şimdi de bu bencillikten uzak hayatın, bizim bencilliklerimizle son bulacak. Sana öleceğini bile söylemiyoruz, o kadar benciliz biz. Sen öleceksin diye değil, seni kaybedeceğiz diye kendimize ağlıyoruz.
Ananem bizde kaldı bayramda. Benim yatağımda yattı. Her sabah uyanınca, her gece yatmadan önce evdeysem yanağından öptüm. Ama ananeme uzun zamandır küsüm. Onu sevdim, beni hayalkırıklığına uğrattı. Ölmeyeceğini düşünüyordum. Şimdi onu yoksayıyorum. Varlığını unutuyorum, ki yokluğu beni üzmesin.
Ben İsveç'teyken teyzem bana dedi ki "ananen kötüleşiyor giderek, gelsen iyi olur Elmira. Bayramı burada geçirsen güzel olur." O iki cümleyi okuyunca çok ağladım. Sonra ucuza bilet buldum, "çok bunaldım" dedim, kalktım İstanbul'a geldim. Ama gelip de sana sevgimi belli edemedim.
Bana içerliyorsundur belki, kırılıyorsundur. Ama ben sana bakınca hiç eskisi gibi değil. Olmayacak da. Ben daha kendimi tamir edemiyorum.

Hiç yorum yok: