Bunların tümünden önce, henüz İsveç'te yaşar iken günlerden 24 Haziran 2009 günü bu bloga çok sevdiğim Yıldız Tilbe'yle ilgili "Arıza gönüllerin kraliçesi: Yıldız Tilbe" başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıyı birileri görüp, Ekşisözlük'te link verdi, o linki seneler sonra Boston'da yaşayan bir Senem okudu ve blogun son günlerine baktığında Boston'a taşındığımı öğrenerek bana geçtiğimiz yaz bir mail attı. Fakat şanssızlık işte, ben o maili aldığımda İstanbul'daydım. İşsizlikten bunalmış, kuzen düğünü vesilesiyle yarı açık cezaevi Boston'dan kaçmış, kendimi annemin kucağına atmıştım. Maile çok şaşırdım, hem de sevindim. Arada bir blogdan beni görüp tanıyan birilerinden böyle sürprizli mail alırım. Hele Tipoftheday'e iletişim bilgisi yazdığımdan beri daha da sık oluyor bu durum, fakat Senem'inki öyle değil. Senem doğrudan Elmoşdiyorki'den beni bulmuş. Yani icabında alayına gittiğimi, kafamı ne kadar eften püften iş varsa onlara bir bir taktığımı, ilk fırsatta sağa sola veryansın ettiğimi iyi biliyor. Tipoftheday'in mümkün mertebe benden arınmış steril bir takım yazılarına kanıp, beni bambaşka biri falan sanmıyor. İyisiyle kötüsüyle, hastalıkta sağlıkta beni sevmiş ki zahmet edip yazmış.
Konuya dönersek; Türkiye'den Boston'a döndüğümde Senem ve eşi Erhan'la tanış olduk, bir akşam yemek yedik. Bir de öğrendik ki Washington'a taşınıyorlarmış, Boston'da günleri sayılıymış. Tam da Boston'da insan gibi insan bulduğumuz için sevinirken içimizde yeşeren umutlar soldu. Kendilerine belli etmedik, mümkün mertebe vakur durduk ama birkaç hafta içerisinde çok üzülerek onları Washington'a uğurladık.
Haa, şimdi geldik mi Washington'a geri? Daha doğrusu henüz Washington hava sahasına girmediğimiz bir anda, iş çıkışı koştur koştur yetiştiğimiz uçaktayken, hormonlu bir erken-haftasonu tatili neşesiyle hostesten istediğim birayı içemeden olduğu gibi üstüme döktüm, böylece eteğimle hırkam mahvoldu. Uçak indiğinde tuvalette üstümü başımı değiştirmek zorunda kaldığım için işler uzadı. İşler uzadıkça binmemiz icap eden ve sadece belli saatlerde kalkan bir otobüsü kaçırdık. Dolayısıyla kulağımızı tersten gösterip saçmasapan bir köşesinden Washington'a epey geç bir saatte vardık. Neyse ki şehre epey uzak otursalar da Senem ve Erhan bizi makul bir metro durağından aldılar, cennet yuvalarına götürdüler. Sonraki günlerde de bir güzel gezdirdiler. Elçilikle randevumuz olan o ılık ve yağmurlu günde bile ayağımız yettiğince Washington'ı arşınladık, meşhur bir Akdeniz restoranında kaşla göz arasında İspanyol şefin elinden hünkârbeğendi bile yedik. Sonuç itibariyle; Stockholm'ü Washington'la çok fena aldattım. 2008 baharında Stockholm'e aşık olmuştum, bu aşk Boston'a taşınmamız sonrasında bile bir türlü küllenmemişti. Fakat, kader işte, geçen haftasonu İsveç'le vuslatımız için gittiğimiz Washington'a delice aşık oldum, ve her buluşmamızda onun evlenmek istediğim şehir olduğuna iyice inandım.
Ben size söyleyeyim, bir seneye kalmadan düğünü yaparız.
Rica ediyorum beni her gittiği yerde sadece bina fotoğrafı çeken biri olarak görmeyin. Çektiğim yüzlerce fotoğraf ayrı ayrı hüsran oldu, anca binaları çektiğim fotoğraflar gerçekteki güzelliğin yanından az da olsa geçiyor. Diğerleri hepten soluk kalıyor aslının yanında.
Bu da Washington kadrosu, fotoğraflarını koymasam olmaz.
Yukarıdan aşağıya sırayla: Senem, Erhan, Serhan (ve kedi Rosa), Elmoş.
Ya, işte böyle Yıldızcığım, şarkılarının fonunda nice aşıklar barıştı, nice ayrılıklar yürek dağladı, şimdi de sayende Washington'a davullu zurnalı düğün edeceğim. Baharda açmış kiraz çiçekleriyle bembeyaz, kar beyaz, etekleri de uçuk pembe elbisesinin beline altın kemer takacağım, kollarına Trabzon burma. Konukların kumaş peçetelerine terini silerek türkü okuyan bir de adam çıkaracağım düğünümüzde sahneye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder