4 Mart 2012 Pazar

Kahve altı ve üstü


Bu blogu takip eden liseden bir arkadaşım, ortaokulda ona yazdığım çokbilmiş yıllık yazısını hatırlatmıştı bir seferinde (kötü niyeti olmaksızın – belli ki o çokbilmiş davrandığımı düşünmüyor, yazdıklarıma samimiyetle saygı duyuyor); "kelimelerin anlamını yitirdiği yer" diye başlayıp adeta yokuş aşağı yuvarlanan kolay bir edebiyatın ardından, ne haddimeyse, "ustaca yaşamak" diye söze devam etmişim. Aynen böyle, tırnak içinde: "Ustaca yaşamak". Tek tesellim, bir yerlerden alıntı yaptığım ve onu belli etmek için tırnağa yerleştirdiğim. Öbür türlü zaman makinası icat edilir edilmez kendimin o yaştaki halini acımasızca, tekme tokat dövmek isteyebilirim. Veyahut kim bilir, istemeyedebilirim. O yapış yapış, yağlı ve içliköfte cümleler tamamen ergenlikten kaynaklanıyor diye suçu üstümden hop diye atabilirim. Sonuçta otuz yaşındayım ve hala ustaca yaşamıyorum. Ya zaman genleşiyor, hedefler imkansızlaşıyor önümde, ya da sıcak suda yıkamışım gibi bir karış bebek kıyafeti boyunda çıkıyor çamaşır sepetinden.

Bazen güne uyanıyorum, benzersiz bir neşeyle etrafımı süzüp "Bugün bir şeyler değişik olacak" diyorum. Çoğunlukla bu his yüzümü bile yıkamadan, mantık hatalarıyla ilmek ilmek dokunmuş rüyalarım gibi gündüz ışığında eriyip gidiyor. Ya da kahvaltının ardından gelen rehavetle dudaklarımı büzerek Türk kahvemi içerken sabah sisi gibi er geç dağılıyor.

2 yorum:

hevesli bardak dedi ki...

Kahvaltının üstüne türk kahvesi içmek değil mi işte, bundan âlâ ustaca yaşamak olur mu?

Elmoş dedi ki...

Heh işte, bizim ustalığın menzili o kadar.