Bizde porno sektörü gelişmiş olsa, şu Türk edebiyatının demirbaş eserleri ne güzel isimlendirir her bir filmi, değil mi? Kablolu tv satın aldığımızdan beri geceleri bilhassa onbirden itibaren bir vurpatlasınçaloynasın başlıyor onuncu kanaldan ötesinde. İsimler hep şakalı, hep gülmeceli güldürmeceli. Fiillerin yan anlamlarına abanmacalar, deyimlerden deyim beğenmeler, klasik filmlerin isimlerine göndermeler, ne güzel... Adam şeyiyle düşünse bile, şeyinde bile beyni var adeta çok afedersün.
Neyse, mevzu o değil. Mevzu şey, dün İsveççe kursuna başladım, yine. Dil kursu deyince ağzından incecik salyası akanları hazrola davet ediyorum; öyle modern dekore edilmiş, Taksim'de havalı eski binaların renove dairelerine yuvalanmış estetik eğitim merkezleri Goethe, Cervantes falan gibi değil bu dediğim, devlet kursu. Kitle de öyle multilingual, entellektüel, şantellektüel değil; acilen İsveççe öğrenmesi lehine olan gözleri sürmeli Arap kızları, kocalarının fabrikasyon iş hayatı sebebiyle buralara göçmüş, çamaşırsuyu kokan fenafillah Türk ezogelinleri, master yapmaya gelmiş Bangladeş'ten bir kader mahkumu, ondan sonracığıma, fil gibi bir kadın (Tetris ülkesinin doğu blokundan gibi geldi bana), Azerbaycan televizyasındaki tolk şovdan ışınlanmış, şarkısı bitince "diline, yüreğine sağlık" diye teşekkür edilesi bir süperstar makyajlı dilber, arka taraflarda çarpma işlemindeki bir ve toplama işlemindeki sıfır misali etkisiz eleman iki silik kız, onların bir önünde iki kişilik yer kaplayan, gönlü de totosu da büyük bir abla, adeta bir Totoro. Böyle kadroyla geçtim İsveççe öğrenmek, şey bile yapılmaz. Bak adını koymadım, o derece açık bıraktım ihtimalleri.
Daha önceden anlatmamıştım galiba, geçen kış gibi Serhan'la akşam kursuna gittik devletin. O seferki kitle de işçi partisi gibiydi. Derslere polyester eşofman üstüaltıyla gelen Romen antrenör imajında kamyon şoförü adamlar, makarna fabrikasında çalıştığı için hamur işlerine şüpheci yaklaşan Polonyalı canım Bartuş, metdanıtta patates kürekçisi, literally Hint fakiri abiler, ablalar. Egzersiz kitabımız bu globalleşme sınavında kaydırma yapıp da hayatta bir yer tutturamayanlara uygun hazırlanmıştı hem. İş ve işçi bulma kurumuna gitmeyi, iş dilenmeyi, paraüstü saymayı, "Kusura bakmayın, sizinle aynı dilden konuşamıyorum. Ayrıcalıklı bir ülkede doğup, ciğerime polo şeker gibi ferah nefesler döşemeyi becerememişim. Şimdi ayağınızı çekebilirseniz, altını da paspaslayabileyim, beyim." demeyi öğretiyorlardı. Biz de bir süre fiil çektik, bıraktık. Bir gelişme göremedik. Hocalar İsveçli değildi bikere, fevkalade İsveçsizdi. Aksanları bozuktu, eğitmen nitelikleri büyük ihimalle evdeki mürekkebi sararmış bir diplomada dinleniyordu.
Konuyu dağıtmayalım;
Gıcır gıcır karılar koğuşumda sınıfın gözdesi, eğitimli Türk pozisyonunu başarıyla dolduracağıma inanıyorum. İlk günden Dame De Sion'a başladığımda (ki yirmi gün sonra bu hikaye cehennemden gelen bir telefonla Burakbora (g)ailesine yedekten katılmamla sonlandı da hayatı acı sosla yemeye başladım) yaptığımız gibi, bir isim kartonu hazırlayıp üstüne adımı, altına da Turkiska & Engelska yazdım. Bu hamlemle devasa bir riske girerek, öğle tatilinde cep telefonundan bangır bangır Özcan Deniz, "sen beni üldürcen mi, çıldırDcan mı cınım?" dinleyen biri türbanlı biri sız kızların ilgilerini çekmeyi göze aldım. Her gün, haftaiçi her gün sabbah 8 buçuktan öğlen 2 buçuğa sürecek bu duruma ilaveten, haftada üç gün de şipora gittiğime göre, takdir edersiniz ki Tez Jeneratörü isimli programla tezim de bilgisayarda kendiliğinden yazılıyor.
2 yorum:
işte şimdi şoktayım, burak bora geçmişinin travmasını tatmış bir güzel insan.
Blogumun çeşitli yerlerinde o çılgın günleri anlatıyorum. Hala da en anlamsız kabuslarımın fonudur BıBAL.
Yorum Gönder