Blade Runner'ı ilk defa Parliament Sinema Kulübü furyasında, annem içerde ütü yapar veyahut bulaşıkları yıkarken, ikili koltuğa kurulup babamla beraber seyretmiştim. Farklıydı. Bol koşmalı, bol teknolojili olmasına rağmen canımı sıkmamıştı, ilgimi dağıtmamıştı. Müzikleriyle, kostümleriyle, mekanlarıyla bir "öte-şey"di. İleri zekalı dördüncü sınıf çocuğu aklımla ne olduğunu çok kurcalamasam da, duygusal zekamın marifetiyle, tutup içine çeken karanlık atmosferini, Barbie logosu pembeliğinde hayallerle dolup taşan aklımın bir köşesine huzursuzca not ettim, sonra da senelerce bir kere bile denk gelemedim. Taa ki ÖSS'den önceki geceye kadar.
Dur bak, annemin son gece bombası. Kolejler ve Anadolu Lisesi sınavlarından beri hiç Türkçe çalışmıyorum, hep her şeyi biliyormuş gibi davranıyorum diye Aydın Bey isimli öğretmen bir arkadaşını, eksik konum varsa çalıştırıp hatırlatması için çağırmış eve. Çeşitli sebeplerden gelmek bilmemiş bir türlü adamcağız. Biz de akşam yemeğimizi yemişiz, atv'de birden Blade Runner başlamış. Sevinçten gözüm dönmüş, nasılsa bu saatten sonra adam gelmez. Fakaaat (gerçekten fuck!at), daha o ilk sahnede dindon diye Aydın Bey kapıda belirmesin mi? "Yarım saate başımdan savarım, NOLCAK" diye düşündüm önce. Adam geç kalışının mahçubiyetiyle konu bombardımanına başlayınca, anladım ki ÖSS çilem dolmamış. Aslında evet. Son 4 ay kala kitabı defteri kapatıp, dershaneye uğramayıp, "artık çalışmıyorum yeter ULAN" buyurmamla beraber, ÖSS'de üzerime düşen çileyi çekmemiştim yeterince. O çift dershaneli, o özel dersli, durmadan test dağıtmalı, tahtada renkli kalemlerle olmadık açı paralellikleri bulmalı, seviye tespit etmeli, yine yine tespit etmeli, eklemeli, ortalamalı, bölüp katsayıyla çarpmalı ve sonra AOBP dahil kaç olduğunu bulup gelecek planlamalı dönem hayatımda kapanmıştı bir süredir. Bu sebepten, ÖSS son gece öcünü Aydın Bey marifetiyle alıyor, hesabı denkleştiriyordu işte.
Bir kaç saat sonra Aydın Bey antrede fırça bıyıklarında (annemin ÖSS korkusu ve "kızıma bir harf öğretenin kölesi olurum" zihniyetinin kombinasyonuyla pişirdiği) fırında sütlaç, çeşitli kurabiye ve Türk kahvesi telve kalıntılarıyla ayakkabılarını bağlarken ben salon koltuklarına ilişmiş, ağzım yalandan Aydın Bey'e "teşekkür ederim... bakalım.. tabi, tabi aynen dediğiniz gibi.. dinlenirim bu gece güzelce.. hehe, inşallah hocam.. haber veririz elbette... hoşçakalın" derken, bir elim kumandanın ses düğmesinde, Aydın Bey'in kapıdan çıkması anına odaklı, filmin anca son sahnesini ve kredilerin akışını izleyebilmiştim. Hay bin kunduz.
Ufak bir ayrıntı olarak şunu da alt yazı geçeyim: 2000 ÖSS'sine ufacık da olsa damga vuran bir olay da şudur, basına sızdı mı hatırlamıyorum: Gece canım ciğerim bir arkadaşım arıyor, "hemen fake bir mail alıp falanca adrese mail at, ÖSS sorularını gönderiyorlarmış" diyor. E ama birkaç saat kalmış sınava? Daha uyuması var? Ne zaman çözücem ki soruları, kim uğraşacak? Ya sen al, deli misin! Ben fuckoss@hotmail.com diye adres aldım, adamlara mail attım. Soruları kesin gönderecekler. AMAAAAAN, boşver be. Yalandır. Öyle olsa iptal edilir hem. Herkes yapıyor bak, sonra bir anda herkes ful çekerse kalırsın dımdızlak. Çalmışlar mı yani soruları? Tabi ya, çalmışlar, ne sanıyorsun. Bize en son ulaşmış, çoktan yüzlerce, binlerce insan atmış mailini hep. Bir sen eksik kalacaksın. Kalırsam kalayım, kaç tane grubu var bu işin. O saatten sonra elli grup soru mu çözücem. Yarın sınavda bir kere çözerim daha iyi. SANA DA İYİLİK YARAMIYOR HAA, iyi, sen bilirsin. Ben seni ararım eğer sorular gelirse. Saat çok geçse arama ha. Dııııııııııııııı.
Telefon bir daha çalmadı. Ben uyudum. Ertesi gün dövüş sanatları marifetiyle mi bilmiyorum, ortadan ikiye ayrılmış, dizlerimin sabitlediği bir sözde sıranın üstünde Türkçe'den ful çıkardım ama, korkmayın. Bir de yatmadan önce baktığım periyodik cetvel sayesinde iki soru yapmıştım. En üzüleceğiniz nokta, geometriden çok sıkıldığım için matamatık netlerim biraz düşük geldi. Ama fuckoss adresini alan arkadaşa, gece sorular bir türlü gelmedi. Maalesef.
Her neyse,
Tolgalarla takılmaya başladığım ilk dönemlerde, Blade Runner mevzusu baya sardı bizi. Beraber yeniden keşfetmenin gazıyla bu filmi sayısız kere izledim. Birkaç tanesini 2001: A Space Odyssey izlemek için gittiğimiz Beksav isimli, solcu tripli kültür ve sanat evine getirilmiş, film arasında verilmiş orjinal VCD'sinden. Hey gidi. 2001 yılında teknolojinin bu kadarı. Yine, yine izliyorum. Sonra televizyonda falan tekrar karşılaşmalar, derken o büyük zevk: İSTANBUL FİLM FESTİVALİ'NE THX 1138 ve Brazil'le beraber BLADE RUNNER GELİYORMUŞ! Yaldır yaldır doldurulan festival rezervasyon formu. Zarfların içinde, aşk mektubu gibi İKSV'ye form teslim ederdik bir zamanlar. Arkasından "ya bilet kalmazsa, ya talep çoksa" panikleri gelirdi dalga dalga. Haberiniz yok, Biletix sponsorluğunda yaşamıyorduk eskiden GENÇLER! Sıraya giriyorsun, yer kalırsa biletini alıyorsun. Yaa.
İsveç'te Serhan'a ilk izlettiğim film belki de Blade Runner oldu. Hususi abandırıp indirtmiştim de gece trenine yetişmek ve evime dönebilmek telaşıyla son 20 dakikasını göremeden otobüse koşuşturmuştum. Şimdi de dün akşam TV'de Blade Runner gördüm de yine.. Aklıma Rachael'ın ne büyük bir moda ikonu olduğu geldi. Aşılmaz gibi görünen replikant ciddiyeti, o muhteşem kürkünün içinde ufacık duran biçimli kafası, dolgun, şelale gibi saçları, içli kaşlarının altında kocaman gözleri, kıpkırmızı dudakları, damlayıp düşecek gibi zarif burnu, keskin çizgili döpiyesleri. Herkesin ciuv ciuv olduğu bir ortamda, sanki 1940'lardan ışınlanmış bir kadın. Hem seksi, hem gizemlisin, hem küskün, hem tutkulusun be Rachael. Aklı olan bir erkek daha ne ister, merak ediyorum. Aklı olmayanın ne istediğini biliyoruz canım, iki meme bi kuku. Veyahut daha beteri, Natalie Portman. Yani (iki meme bi kuku) eksi (iki buçuk meme).
5 yorum:
birisi soruları çalmış, maille isteyene de gönderiyomuş; "ben zimbabwe kralının yeğeniyim, şu parayı ülkeden çıkarmam gerekiyor" spamlerinden daha muhteşem bi örnekmiş. takip edemesinler diye ayrı mail adresi almak apayrı güzel bi konu.
1. Can ciger arkadasinla hala can ciger misin bu olaydan sonra?
2. Rachael iyidir hostur ama kaslari "icli" degil coktur diyesim geldi... Hatta soyle iyice bi bakinca garip saclarini ve vatkalarini da kiniyorum cok.
3. Natalie Portman'in olayi da Leon filmi ile Luke&Leia ikilisinin annesi, daha da onemlisi Vader abinin sevdicegi olmasindan kaynaklaniyor zaten :)
1. Canla ciğerin arasına soruların maile gelmemesiyle baya bir puan farkı girince, uzaklaştık.
2. Elaine: And by the way, you know,women kill for eyebrows like that. Do you know that? I mean women pluck their real eyebrows out of their head, one by one, until they're bald, Jerry. Bald
above the eyes! And then they paint in these eyebrows to look like that. (Seinfeld 'The Fix Up' Episode no. 33
pc: 317, season 3, episode 17
Broadcast date: February 5, 1992)
3. Evet, onlarca yıldır her filmde aynı boyda, aynı görüntüde. Galaksilerüstü kahramanlarda sübyancı açılımlar.
a ye son derece sahane blog iyi oldu kesfettiimm valla
blade runner bir enigma bir mukemmel film ridley scott'un asamadigi esik olmuyo yani napsa artik
sean da yalniz pek bi alkolizm kurbani oldu son zamanlarda. bu hallerinden eser yok eziklendi baya odul torenlerinde olay cikarmalar yanaklara bulasmis rujlar ole bi dedbahtt
Seinfeld referansın için şapka çıkartıyorum.
Yorum Gönder