1 Nisan 2012 Pazar

Grizzly Bare

Dün akşam Herzog'dan Grizzly Man isimli belgeseli seyrettik. Görünürde konusu, ayılarla dost olmayı hedefleyerek, ayıların saldırganlığı ve beyaz balina Aydın misali insanoğluyla dost olmazlığına dair aklı başında insanlarda bulunan bir yargıyı yıkmak için uzun yıllar boyu çabalayan 46 yaşındaki Timothy Treadwell'in, sonunda kız arkadaşıyla beraber ayılar tarafından hapır hupur yenmesiydi. Fakat film bu vitrinin arkasında ve Herzog'un yerinde müdahaleleriyle, uyuşturucu madde bağımlılığından kaçıp doğaya sığınmış, doğanın ona gösterdiğine inandığı cömertliği ayı-insan iletişimini sağlayarak geri ödemeyi planlayan, yarım akıllı, ailesi ve sevdikleri olmasına rağmen kimsesiz bir adamın toplumun dışına itilmesinden kaynaklanan çaresizliği, doğaya sığınma süreci içerisinde ona doğal parkta yaşaması için erzak taşıyan ve olayın ardından ayı tarafından kemirilmiş cesedine ulaştıklarını tüm detaylarıyla, en soğukkanlı vaziyette anlatabilen kendi gibi gariban tanıdıklarının bu genç adama karşı dünyaya uzaydan düşmüş yabancı bir cisime duyulan cins meraktan başka herhangi bir sevgi duymamış olmaları gibi enteresan konular işliyordu.

Yalnız peşinen iki şey söylemek gerek: Öncelikle, Treadwell için yarım akıllı derken, onu yargılamıyorum. İkinci olarak, hayvan sevmeyi elbette ki yarım akıllılığa hasretmiyorum. Ayrıca yarım akıllı olmak bir suç da değil, kimi zaman bir avantaj. Biliyoruz ki kutup ayıları, açık renk gözlü insanlar gibi, genetik bir hatanın sonucudur, ve bu sayede avantajlı konuma geçip, karşı cins tarafından her seferinde daha da canla başla seçilerek çoğalıp durmuşlardır. Yarım akıllının durumu da o hesap; akıllıların sofrasında zararsız görüldüğünden, akılsızların yanında ileri görüşlü bir lider bilindiğinden, kimi zaman en olmadık hedeflere sıkı sıkı tutunarak yolunu bulur. Şüphesizlik, onu her geçen gün daha güçlü kılar. Akıllı insan varoluşun akışını olmadık sorularla duraklatırken, yarı yolda pes edip fırına başını sokarak, avuç avuç ilaç içerek, dolabın içinde kendini elbise askısıyla boğarak, başına bir silah dayayarak, kalbine bir bıçak sokarak ölüp durur ve sayıca azalırken, yarım akıllı kaygısızca yaşar ve ürer. Bu yüzden dünyada herhangi bir çağda yarım akıllı, sayıca hep fazla olacaktır. Fakat hakkaniyet açısından çizgiyi doğru yere çekmek ve asıl enteresan noktaya parmak basmak gerek; Treadwell doğuştan yarım akıllı değil. Yarım akıllılık kurumu, kaçtığı her neyse, sığınması için huzurlu bir liman. Tıpkı bir kez inine girip yattıktan sonra rol model olarak benimsediği ayıların sevgisini kendine din edinmesi gibi, bilinçli tercih. Üniversitede kendini Avusturalya'da doğmuş İngiliz asıllı bir yetim olarak tanıtan bu eksantrik adam, Cheers dizisi kadrosuna girmek üzereyken rolü Woody Harrelson'ın kapmasına veya kim bilir daha ne başka sebeplere canını sıkarak kendini 80'lerin uyuşturucu partilerine ve derken alkolün kucağına savuruyor. Kokain ve eroin aşırı dozuna kurban gitmek üzereyken de, tam adına bir türlü ulaşamadığım Vietnam gazisi Terry olarak anılan gizemli dostu tarafından nasıl olduğunu bilmediğimiz bir şekilde kurtarılarak, yine Terry'nin telkinleriyle kendini ayılarla ilgilenmeye ve hayatını bu sayede anlamlı hale getirmeye adıyor.


Yarım akıllı hayatının merkezine koyduğu ayılarla, daha önce yapılmamışı yaparak, dolayısıyla bir ilk teşkil edecek şekilde iletişim kurmayı, onlarla arkadaş olmayı, varlığını yok sayan yalan dünyaya bunu kanıtlayarak onu yenmeyi planlayan Treadmill'den geriye en sonunda, kameranın kapağı kapalı kaldığı için izleyemediğimiz bir video kaydında, kız arkadaşıyla beraber diri diri yenilirkenki altı dakikalık feryatları kalıyor. Şikayeti olduğunu sanmıyorum, son anda bile. Bana sorsalar, Treadmill'in son birkaç yılını bu altı dakikanın hatrı için, altı dakikayı bekleyerek yaşadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kaderini olasılıklara, tesadüflere, başka canlı veya insanların insafına bırakan kişi, sabah dişlerini fırçalasa bile, yaşamaktan çoktan vazgeçmiştir. İradi değil de, ihmali şekilde vazgeçmiştir. O yüzden onun yerine bu seçimi yapan, hatta yapmak zorunda bırakılan, çünkü mütemadiyen huzursuz edilen ayılara büyük, çok büyük saygı duymak gerek.

Ayı deyince aklıma geldi; bizim gariban Datvi'ye neler oldu acaba?


Yüzünü hayvanlara dönmek, hayatını hayvanlara adamak fikri bana çok cazip görünüyor yalnız ha. "İnsanları tanıdıkça, hayvanları daha çok seviyorum" diye beylik bir laf var ya, ben de insanları tanıdıkça çeşitliliğinden büyülensem de, daha çok nefret ediyorum. "Onu beğenmedim, dur biraz da şu yöne yüzümü döneyim" gibi çıkar peşinde değilim yani. Hayvan sevgim hep sabit aşırılıkta; o hiç azalmaz, tavan yaptığından zaten daha fazla artamaz.

(Bu arada merak edenine bir not: Belgeselde Herzog'un kulaklıkla dinletildiği ve ellerini titreterek gözlerini yaşartan söz konusu ses kaydı şu anda bir banka kasasında kilitli duruyor. İnternette bulunan herhangi bir kayıt düzmece, kanmamak gerek.)

Hiç yorum yok: