Master sebebiyle İsveç'e taşındığım sıralar Türkiye'nin, Türkiye'deki her şeyin çok üstüme geldiği bir dönemdi, ben de bu yüzden İskandinav tipi kara kışın ortasında özlem duymak için sadece çocukluğumun Türkiye'sini seçtim. Hatırladığım tüm kareler adeta Instagram efektiyle sarıya boyanmış gibi sevimliydi; sol üstten vuran göz kamaştırıcı ve tembel güneş ışığı tüm soğuk mavilerin etkisini yitirip bordoya ve mora dönüşmesine sebep oluyor, karın kışın ortasında insanın içini ısıtıyor ve hatta ileri aşamalarda özleme dönüşüp yakıyordu bile. İçeriye pis bir kuzey ayazı üfleyen camdan dışarı bakarken dalıp gitmeyi en sevdiğim anılar çocuklukla ileri ergenlik arasındaki dönemde, dolayısıyla 90'larda gerçekleştiği için 90'lar İsveç'teki ilk çetin kışım boyunca bir nevi sığınağım, bu sığınağa girmenin en kısa yolu da YouTube'da o dönemin şarkılarını bulup dinlemek oldu. Dolayısıyla iki koca bavul haricinde 90'ların Türk popunu da sırtımda tıpkı sönmüş bir paraşüt gibi taşıyarak kilometrelerce uzağa, Stockholm'e getirdiğim o günden itibaren düzenli olarak bu meseleler üzerine düşünüyorum. Blogda yer alan ünlü incelemeleri, tutup aklımın uzun süredir tozu alınmamış bir köşesinden çıkardığım türlü türlü saçma detay da bu sığınaktan bulduğum ve güncel bir olayla gözümde önem kazanan şeyler. O sayede karşılaştırmalı edebiyatla olayların seyrini inceleyebiliyorum.
Bu girişin ardından, hakkıyla davamı açıkladığımı düşünerek, mevzuda arkalara ilerliyorum.
90'lara (fakat sadece 90'lara değil, magazin alemine dair saçma herhangi duruma) en az benim kadar meraklı
Çerez Hilton blogunda Levent Yüksel'in hemen aşağıya koyduğum fotoğrafını epey bir süre önce görmemle bir şeyler tetiklendi. Fotoğrafta Güliver'e tırmanmaya çalışan bronz insancıklar görünümündeki ödülleri kucağında taşıyan Levent Yüksel papyonuyla, Sertab Erener o dönemki imajı uzun kadife elbise-şapkasıyla, Uzay Heparı "ishal olmuş yavru kedi kakası" tabir edilen renkte bir İbrahim Erkal ceketiyle (o zaman İbrahim Erkal henüz garsonlukla iştigal etmekteydi, ama Uzay Heparı tüm ileri görüşlülüğüyle seneler sonra gelecek "büyük beden ceket giyen türkücü" sorununa temas edercesine) poz vermiş. Hepsi Türk popunu Eurovision'da en güzel, en modern, en cumhuriyet çocuğu şekilde temsil edecek yetkinlikte. Diploma mı, buyur, konservatuarın şan ve şöhret bölümünden kapı gibi diplomalı Sertab. Keza bas gitarı bas bas bağırtan Levent. Motosiklet meraklısı, evlilik öncesi hamile kalan marjinal ve modacı sevgilisiyle müzik dehâsı Uzay. Ortadaki kilim desenli gömlek giymiş ve karne günü samimiyetiyle bu iki cool grubu birbirine kenetlemek için çabalayan arkadaşı tanıyamadım, ama şarkı sözü yazarı, aranjör falan olduğu farz edilebilir pekalâ.
Bu fotoğrafla aklıma geldi; doğru ya, Levent Yüksel ilk albümü piyasaya çıktığında bir acayip imaj tutturmuştu. Kucakta oturtulup vantrilok marifetiyle konuşturulan o tuhaf kuklalar gibi gömleği ve papyonu ile ödül törenlerine, canlı yayınlara gidiyordu. Hakkında hiçbir şey bilmeyen biri, şu fotoğraftaki haline bakarak astro fizik dalındaki üstün çalışmalarından dolayı Nobel'e aday gösterildiğini falan sanabilir rahatlıkla.
İlk albümü Med Cezir'e denk geliyor sözünü ettiğim dönem. O Med Cezir ki en Türk popuna yabancı kolej çocukları tarafından bile aynı şu heykelcikler gibi kucaklanmıştır. Yeterince ve otantik sayılabilecek mesafede Türk ezgisi, ağırlıkla flamenko gitarı, Onno Tunç'a özgü gördüğüm iç burkucu, derinlikli ve entellektüel (?) bir pop türünün harmanlandığı bu muazzam albümle ilgili yakın zamanda Levent Yüksel'in "İlk albümümün Best of'um olacağını nereden bilebilirdim ki?"
röportajını okuyup adamın haline üzülmüştüm doğrusu. Büyük marka Sezen Aksu Akademisi'nin henüz outlete dönüşüp "NapÇAM, gelCEM, etini etime dayıyCAM" türü ucuz espirilere bel bağlamış şarkılar yaparak üç kuruşa satmadığı bir dönemdi o. Şarkılar yıllanmış tecrübelerden damıtılmış enfes sözlerle, detaylarla süsleniyor ve popülerlik kaygısı olmaksızın Türk popunun baş tacı Med Cezir gibi albümler yapılabiliyordu. Sonra? Sonrası karışık:
Papyonlu, "istirham ederim" cumhuriyet çocuğu gidiyor, yerine tırına binip "ana avrat düz giden" şoför Levent geliyor.
Türk popu da (Türk insanı ve) tıpkı bir paket lastiği gibi ne kadar uzağa çekersen çek o hızda geri dönmeye mecbur sanırım. Bu yüzden giderek (kıro) özüne dönüyor ve bunu hiçbir bronz heykelcik, ishal kedi kakası ceket veya oktav dolusu ses değiştiremeyecek. Neyse ki "Asya'yla Avrupa'nın keşişişim noktaşı" bahanesi var da, bir gün nasılsa aniden aydınlanıp Avrupaîleşeceğimizi düşünerek, ona sıkı sıkı tutunuyoruz.
Benim için fark etmez, sözkonusu görüntünün klibinden kırpıldığı Zalim'i her türlü çok severim.
12 yorum:
şu dünyada en sevdiğim şeylerden biri 90lar. bayılarak okudum.
:) Çok teşekkür ederim. Yine bekleriz.
Paraşütlü cümleye bayıldım ya :). Bütün büyük edebiyatçılar gibi ortak tarihimizle kişisel tarihini çok tatlı birleştirip hikaye ediyorsun.
90lar biraz da Levent Yüksel demek değil mi zaten :). O zamanki şan gerçek şan idi, ünlü popçu olmak demek 7'den 77'ye herkesin seni bilmesi, seni dinlemesi, konuşması demekti sosyal tabaka şu bu fark etmeksizin. Artık öyle mi ya. Türkiye de globalizasyon,internetten payına düşeni fazlasıyla aldı, atomize oldu, zevkler özelleşti, bireyselleşti :). İdeal Eski'de kaldı artık ideallerimiz var ve onlar da sık sık değişiyorlar. Bu biraz hüzünlü :) biraz zalimce ama böyle.
Ortadaki menajer Özgür Aras. Aynı kazağı Tarkan'la takılırken de giyiyormuş, buyrun buradan bakın http://www.ozguraras.com/images/unlu/u50.jpg
Zalim'i her türlü ben de severim.
SertabErener'in kadife elbisesi ve mantar şapkası ilkgençlikte çok havalı gördüğümüz entelimsi ve çokiyimüzik dinleyen ablaların üniforması gibiydi. Avama inmeden sessiz sedasız tükenmiş bir modaydı.
R-10, teşekkür ederim. Aynı Levent Yüksel'in papyonlu hali gibi elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim güzel sözüne.
Doğru diyorsun, artık her şey kullan-at. Öyle çok kafayı yormak, duyguları coşturmak gerekmiyor. Popçular tek günlük, hatta tek öğünlük şarkı yapmayı da öğrendiler. Hatta zaten biliyorlardı da, makbul olanı o değil diye içlerinde gizliyorlardı.
Dial M for Makeover, senin gibi kafamdaki parçaları birleştiren insanlar beni daha çok yazmaya teşvik ediyor. Yaşa! Özgür Aras ve kilim desenli gömleği kaç genç popçunun heyecan teriyle ıslandı kim bilir.
Hevesli Zeynep, o neredeyse ezbere bildiğim imajın bir türlü adını koyamadım. Nette aradım, parmağımı üstüne basamadım. O modanın kaynağı biraz Fransızımsı bir filmdir, eski moda bir kliptir gibi aklımda kalmış. Ne olur bulursan bana da haber ver.
Rica ederim Elmos =) hakli bir iltifat :)
Bi nevi ameli diyosun? Ben onun kaynağını hiç bilmiyordum bak.
ishal olmuş kedi kakası ceketi ibrahim erkal'a yapışmış olsa da mahzun,özcan gibi türevler tarafından da kullandığı aşikardır, konu leziz yine, yazı da aynı derece, zalim'i acaip klibine rağmen ben de çok severim. ama sanki o şarkıya papyonlu istanbul beyefendisi haliyle klip çekseydi olmazdı sanki. belki de aşk bu, zalim bir insan karşısında hepimiz aynıyız demek istiyorlar da olabilir.
Kialetto, çok teşekkür ederim.
Bence de papyonlu imajı böyle bir şarkıya uymazdı. Fakat bunun sebebi, Levent Yüksel'in müziğindeki değişim bana kalırsa. Papyonlu, İstanbullu, flamenkolu şarkılar söyleyen bas gitarist gitti, yerine günün gereklerine uygun davranan, hopçiki mezdeke tınılı şarkılar da yapan alelade bir popçu geldi, neden?
ne sen sor ne ben söyleyeyim.. çok da emin değilim ama ciddi bir hastalık geçirdiğini biliyorum, öyle aklımda kalmış. Beyninde masa ile karpuzu karıştırdığı bir hastalık, yani karpuz görünce masa diyormuş. Belki bu ciddi hastalıktan sonra ideallerinden vazgeçmiş, hayat boş, geldiği gibi yaşıyım bari de demiş olabilir. Ya da en güzeli keşke kendisine sorabilsek.
Sevgili Elmoş,
Daha bir ara SertabErener'in her LeventYüksel lafı geçtiğinde "hah hah hay biz levent'le öyle takılıyorduk, öylesine evlendik ve öylesine de boşandık işte" tavrına parmak basacaktın. Lütfen bunlar unutulmasın, baktım unutuluyor, şurdan bari lafımı sokayım istedim bu şuursuzluğa.
Yorum Gönder