Tüm sansasyonlar ve adı geçen onlarca bir örnek sarı saç-koca memelinin ardından Cuma günü Tiger Woods açıklama yaptı ilk kez. Halkından, sevenlerinden, hayal kırıklığına uğrattıklarından birkaç cümle ile özür diledi. Bencillikleriyle üzdüğü insanlara karşı mahçup olduğunu, artık değişeceğini söyledi, beylik laflar işte. En azından ben o kadarını izlemeye tenezzül ettim.
Düşününce tuhaf geliyor, Tiger Woods televizyona çıkıp sadece ailesini ilgilendirecek bir uçkur davasının özrünü dileyince. Bize ne, kime ne, sporculuğunu takdir edenlere bile ne? Neyin mahçubiyetindesin be adam! Dünyanın her yerinde milyarlarca erkek, milyarlarca kadını milyarlarca daha çirkini, daha güzeli, daha uzun bacaklısı veya sarı saçlısıyla aldatıyor, seninkini böyle özel bir yerde konumlandıran nedir? Canlı yayında pusulanın penisin olduğunu söylemene bizi muhatap yapan şey nedir?
Dur, bilmeyeni için az başa sarayım;
Alengirli özel hayatının, inceliksiz, bayağı bir zevki açık eden yarı-fahişe metreslerinin ortaya saçılmasına beş kala Tiger Woods arabasıyla olay mahalini terk etmeye çalışıyordu. Golf sopalarından biriyle camı kırarak Woods'u durdurmaya ve kavganın içine geri çekmeye çalışan da karısıydı, hatırlarsınız. Nasıl bir cinnet geçirmişse, kocasını yaralayıp öldürmeyi göze alırcasına bir hamle yapıp hareket halindeki arabaya saldırıyor. Haksız da diyemiyorum, oldukça haklı sebepleri var. Öncelikle kendisi de İsveçli, pek güzel bir afet. Ne memesinin, ne saçının diğerlerinden geri kalır yanı yok. Bu hışmın sebebi gazetecilere açık edilince olan oluyor; çorap söküğü gibi her gün bir itiraf geliyor, ifşalar resmi geçit yapıyor. Öğreniyoruz ki Tiger Woods milyarlarca milyar dolarla oynaşırken diğer eli de boşta durmuyormuş. Durmuyormuş da, bu onu daha az sporcu mu yapıyormuş? Sporcudan toplumun beklentisi nedir? Bizde (ve hatta dünyanın geriye kalanında da) kamptan kaçıp manken sevgiliye giden, odasına gizli gizli kız arkadaş sokup sabbahları eden futbolcular erkekliğin şanına sığınırlar ya, Tiger Woods elit bir sporla iştigal ediyor diye, onu karısıyla bile rica minnet öpüşen bir kibaroğlan, bir prens mi sanıyorduk?
Bana öyle geliyor ki tüm bu Tiger Woods müessesesinin patlaması biraz da Obama'yla başlayan "
bizim başkanımız zenci, o kadar eşitlikçiyiz ki, O KADAR OLUR" reklam kampanyasının son halkası. "
Zenci (özür dilerim, bu kelime bana pek ofansif gelmiyor. öyle öğretilmedi, ya da öyle öğrendik bir kere, nigger kadar kabul edilmez göremiyorum)
dedikodusunu DA en az beyazlarınki kadar yetkin şekilde yapabiliyoruz" gururu hissediliyor. YAU, Amerikan milleti Clinton'ın resmi makamında Monica'yla innanılmaz oral çalışmalara imza attığını sineye çekmiş bir millet, her gün 1 milyon dolar harcasa torununun torununa bile mirası azalmayacak bir sporcunun kimle ne yaptığını mı umursayacak? Niye umursasın ki? Ama UMURSAYABİLİYOR, büyüklük gösteriyor, o halde özürler dilensin, halka seslenilsin, canlı yayınlar yapılsın. Tiger Woods da kalıbının adamı değilmiş, dönüp postasını koyamadı. Bir de Beckham'a bak, karısı yanındayken masa altından milleti mıncıkladığının fotoromanı gazetelere düşüyor da, bir gün kelam etmiyor konu üzerinde.
Asıl Newsweek'te konuyla ilgili bir makale çıkmıştı Woods olayının ilk patladığı dönem, sporcunun ahlaklı olma zorunluluğu bulunmadığıyla ilgili. Hah, işte, ben de onu diyecektim. Herkeş kendi işine baksın. Zaten ben sporcunun sadece zeki, çevik, ahlaklısını değil, hiçbirini sevmem. Sporcu adam boştur, hayatta başka bir iş becerememiştir, ondan böyle takımlı-tekilli işlere girer. Aklı başında olan hiçbir adam görmedim ki sporla ilgilensin. Erkeklerin futbol çılgınlığını ayıralım, kenara koyalım. Onlarınki tiryakilik. Hepsi lisanslı futbolcu değil, alt tarafı lisanslı geyik. Öyle bedavadan Hıncal Uluç'un yaptığı program gibi "
vay bu böyle oynamasaydı, beriki hızlı koşşsaydı, vay kalecinin gözü çıkmasın o top kaçar mıydı" gibi yorumlarla futbolcu olmuyorlar sonuçta. Yangelyatturizm. Başkaları oynasın, ben konuşayım üzerinde. Bizim gençlerin futbolla alakası da aynıdır, halı sahada maç soslu en fazla. Gerisi laf.
Şimdi zenci demişken hazır, geçende Sacit abide okuduğum bir mevzuya geleyim; evlendirme programına katılan zenci bir adamın talibi olduğu kızın anası, kızını adama vermiyor. Sadece teni yüzünden büyük ihtimal, çünkü bu programlar açık arttırma zihniyetinde ekseriyetle. "Evim, arabam var" diyene açlığın tekmeleyip durduğu garibanlar boyun eğip gidiyorlar köle gibi. Ev ve araba onun olmayacak, ama değil mi ikisinin de içine girebilecek. Karnı doyacak. Sıcak yerde uyuyacak. Dul kalmışsa çocuklarla, çocukların başında bir erkek olacak. Ne diye şaşırıyorsunuz, "
aaaa evlenme programı, ayol kendini satıyor resmen kadınlar!" Satacaklar tabii ki. Yetmişlerde arabeskçilere çekilen filmlerdeki gibi aynı, fakir kalan kadının tek malvarlığıdır kadınlığı ve ev hanımlığı (yani kukusu ve hamarat elleri). İlk defa evlendirme programlarında yaratılmış bir konsept değil bu alışveriş. Nasıl o filmlerde Emrah'ın anası bacısı baba ölünce mutlaka ki yollu oluveriyordu, şimdi de evlendirme programında otostop çekiyor. Ya biri durur da arabasına alırsa? Olabilir. En kötü ihtimal, diyor içinden, dayağını yerim. Susar otururum. Her gün belamı sokakta arayacağıma, sıcacık evimde bela gelip beni bulur. Çocuklarım taciz edilir, sineye çekerim. Olmadı yuvaya veririm. Yuvada taciz kesintisiz sürer.
Dur, dur, konu karışmadan;
Evlendirme programından eli boş kıçı yaş dönen zenci adamla ilgili haberin başlığı "
anası kızını zenci Ali'ye vermedi". Dili görüyorsun, sanki soyadı kanunu getirilmemiş ve şapka inkılabı yapılmamışcasına bir laubalilik, köle pazarından bir zenci tutup getirmişlik var tavırda. Tiger Woods geleydi de, şu kardeşinin elinden veya her neresindense tutaydı, iki meme bir saç da ona bölüp vereydi ekmeğinden.
Şimdi üçüncü bir zenci hikayesi,
Seneler önce Seray Sever'le şişman, kısaboylu bir adamın sunduğu bir yetenek programı vardı. Ağızda kaşık içinde yumurta taşıyarak koşmalar olsun, 145 büyük eser ve yazarlarının ismini ezberleyip tersten ve düzden söyleyebilmek olsun, bir takım aletleri çalıştırıp süre dolmadan bir misyonu tamamlamak olsun çeşitli aktiviteleri başarabilenlere ev döşemek için gerekli oturma grubu, çamaşır-bulaşık makinası, beyaz eşya setleri dahil her bir şeyi veriyorlardı ödül olarak. Evin babası, zarftan çıkan misyonu yerine getirecek, ailenin yüzü gülecek. Hep de fakir aileler. Son saniyeye kadar anne nefesini tutmuş, ağzı edilen duadan belli belirsiz kımıldardı. Çocuklar o gerginiği hissetmiş gibi, çocukluklarını kaldırıp dolaba asmışlar sanki. Böyle bilinçli fakir çocukları olur ya, durumun farkına varıp hemen gereğini yapan, yaptığı için insanı bin beter utandıran. Sen onu çocuk görüyorsun da, o kendini çocuk görmüyor. Ne fena.
Her neyse, bu programa karıkoca bir çift çıktı bir sefer; kız Türk, adam siyah (yani Türk değil). Aşık olmuş, evlenmişler. Hemen de bir çocuk. Buraya kadar tamam. Türkiye'de siyah insan fazla olmadığı için galiba, tam o an program yansıtmıyor; bu adam ne iş yapıyor, nerede tanıştılar. Piya Kelaynak diye bir bar vardı, İstiklal'in paralelinde. Onun tam karşısında Riddim diye bir bar vardı zencilerin gittiği. Belki orada tanıştılar. Neyse işte, tanışmışlar, erkence sevişmişler. Ortada bir çocuk var. Alelacele bir nikah çakıvermişler. Gel gelelim bu arkadaşın işi gücü yok, dul kaynananın kanadının altında, zor durumdalar. Programa çıkmalarının sebebi de bu. Misyonu tamamlayıp ödülleri alırsa kaynananın yüzü azıcık aydınlanacak, hem yeni evliler mahçubiyetten az biraz sıyrılacak. Nitekim şu an hatırlamadığım bir şeyi başardı ve programın neşeli müziğiyle (hazırda kaybedenler için acı dolu müzik de vardı) program bağlandı ama nedense bitmedi. Programın erkek sunucusu bu zenci arkadaşı aynı Sacit abi gibi cankan gördüğünden herhalde, müziği emrederek temaya uygun şekilde değiştirtti ve zencilerin zevkine hitap edeceğine kanaat getirilen "Yeke yeke" benzeri müzikler çalındı. Adamcağızın kazanmasıyla izleyicileri eğlendirdiği yetmedi, bir de oynaması rica edildi. Üstelik stüdyonun çoğunu oluşturan diğer zenci arkadaşlarını da sahneye davet ederek. O kadar çoklardı ki, hepsi dansa kalktığında izleyici koltukları bomboşaldı. Ten renklerine uygun düşeceği tahmin edilmiş bu belli ki onlara da yabancı gelen müzikte, hepsi kazanmanın neşesiyle, koltuk takımları ve televizyon seti için dans ettiler. Onların çocuk sevinci, tüm bu maskaralıktan habersizliği bir güzel sıkıntımı perçinlendi, utancım köpürdü, içimde yer etti. O dul kadının evindeki zor şartlar, o palaspandıras evlilik, o arkadan akıp giden hüzün öyle aklıma kazınmış ki, aradan aylar geçtikten sonra evin civarındaki bir fotoğrafçının camında gelinlikli-damatlıklı hallerini görünce hemen onları tanıyıverdim. Kazandıkları üç kuruş ödülle nihayet düğün dernek yapabilmişler diye çok sevindim. Fotoğrafçı da zenci damat forsundan hoşnut kalmış olsa gerek, tam boy fotoğrafları senelerdir hala vitrinin baş köşesinde duruyor.
Evet, böylece bu günkü zenci kotamızı doldurduk, daha politik doğrucu günlerde görüşmek üzere, hoççakalıııın.