“Kıroyum ama para bende”yi şiar edinmişlere olmadık lüksler vaadettiği için adeta görgüsüzlük krallığına dönüşen Dubai'de, varlık içinde bir hayat sürdüğünden, Türkiye'ye turist gözüyle bakan, Türk işi hassas dengelere “aaa, ne var bunda ayol!” bilgeliğiyle, sosyal kodlardan bihaber yaklaşan AyşarMan'a öfkelenmemek için hususi çaba gösteriyorum. Yazılarını da eve Hürriyet girmediğinden, fevkalade sığlıkta gündemler yaratıp da başka gazetelerce alıntılandığında okuyabiliyordum. ANCAAAAK, bomba etkisi yaratacak röportajlarından birinin manşeti haftaiçinden duyurulmayagörsün... İşte o haftasonu sabahları daha ben uyurken, annem görev bilinciyle üşenmeden bakkala gidip Hürriyet alırdı da, kahvaltıda okumak için adeta birbirimizi yerdik. Misal Kayabey dönemin modası karpuz kollu, saten Zara gömlek giymiş, karakuru bir kadına “Ferrari” misali binerken yakalanıp, sonra onu “helali” etti ya, işte o hakedişle ilgili röportajı son İstanbul'a gidişimde böyle bir Cumartesi sabahı uykuyla karışık bir dehşet içinde ve çilek reçeli eşliğinde okuma şerefine nail olmuştum.
Allah inancıyla, babasının ölümünden sonra Nihal Bengisu Karaca'nın attığı “Babanın öbür dünyadaki akıbeti hakkında sormak istediğin bir şey olursa ara.” mesajı ardından tanışan AyşarMan, ( Karaca'nın telefonla verdiği öbür dünya hizmeti de ayrıca tartışılır.) dalgalandı da duruldu. O zamana dek, modern-dindar kesim ayrılığını cingözce “BİZİM MAHALLE-ÖTEKİ MAHALLE” şeklinde kolaylayıp, halkı ürkütmeden, ona anladığı dilden konuşurken, bu ölümle beraber maneviyat yoklamasında devamsızlıktan kalmak üzere olduğunu farkedip, “ayyyy, ya hayat ÖSS'sine gireceksem ve yeterince çalışmadıysam? Ya netlerim anca cehenneme yeter de, yanmak zorunda kalırsam? Hemen direksiyonu toplamam lazım.” düzeyinde varo(lu)ş sorgulamarına girmez mi? Haldun Dormen-Betül Mardin kırması, lisede en arka sırada oturan, ağırabi nakil öğrenci tipli kocası Ömer, bir güzel “kapanırsan boşarım” buyurmaz mı? Böylece süper kahraman AyşarMan, kenar mahalle dilberlerinden Thalia yaratma uzmanı Nihat Odabaşı sponsorluğunda açıldı da açıldı, açıldı da rahatladı. E, kocası bile ne diyor? Kapanırsan seni boşarım diyor, değil mi? Açıldığı takdirde bir yaptırım yok yani. O da bildiği sulara dönüyor.
Tesettürlü kadınlara sempatiyi, “Ayyy nasıl giyiyorlar bu mereti? Bu sıcakta pişer adam altında valla!!!” tadında, acımayla karışık anlamaya çalışan AyşarMan, bu iddiasını kanıtlamak için Temmuz sıcağında şakacıktan türbanı, şakacıktan pardesüsüyle sokağa çıkıyor. Bu deneyimi bizlere karşılaştırmalı edebiyat tadında sunabilmek uğruna, Borat'daki Sacha Baron Cohen misali bir cahil cesaretiyle, Fatih'te mini etekle gezmeyi ihmal etmiyor. Üstelik yanında muhtemelen Mümü, Düdü gibi bir takma adı olan, onun gibi “ay kızım koptum haa, gülmekten öldüm bittim vallaa” bir ablayla. İşte Sacitaslan'dan aynen okuduğum yazısının bu kısmında, hop oturdum hop kalktım. 2009 model “Vurun Kahpeye” olur mu, olur. Gel gelelim, turuncu bir t-shirt giydiği için yanlarındaki erkek fotoğrafçıları bile laf yemekteyken, kendi standartlarına göre hiç de kısa olmayan, diz kapaklarındaki etekleriyle bu iki kart “kız”, tesettürlü kadınların eskortluğunda bir süre yürümüş, ilk aldıkları tepkiyle onları bekleyen arabaya atlayarak, her işin en doğrusunu bildikleri diyarlara dönmüşlerdi.
Özenle hazırlanmış bu sosyal deneyin Nişantaşı ayağını, AyşarMan gururla karışık, ballandıra ballandıra anlatıyordu. Ki, tatile geldiğinde mini etek giyebilmesi için Malezya'ya dönüşmesini hiç istemediği anavatanındaki okuyucuları, mahalle baskısının nasıl da tek yönlü gerçekleştiğini anlasın canım artık!!!: Sosyetik bir kafede limonata içer, garsonla “Mrb, ben 26/türban/istanbul”laşırken, nasıl da sıfır yerçekimli ortamdalardı. Mini etek diyarlarında, mini etek giymeyenlere saygı o biçimdi. Mini etek diyarında, türbanlanmak bir moda seçimiydi. “Aaaaaaa ben sevmesem bile, takana saygı duyarım” idi. Mini etek diyarlarının eşsiz formülü, türbanlılara BİLE saygı duyulmasıydı. En güzel yönü buydu olayın, türbanlılar her ne kadar bira içmiyorlardıysa bile, bizim gibi seksi iç çamaşırı giyebiliyorlardı. Adeta prezentabl olmayan bir çalışan gibiydiler: Kasada durmadıkları sürece pekala onlar da bu dükkanda çalışabilirlerdi. (Deneyin bir de, korkunç İngilizcesiyle performans gösterdiği “Çılgın kapalıkafadarlar Laila'da” kısmı var ki, sırf Türkiye'de yabancı bir insan olmak özentisini tatmin etmek için gerçekleştirdiğine emin olduğumdan ve konuyla alakalı görmediğimden hiç girmiyorum.)
Fatih ve Nişantaşı, iki ayrı sosyal kural demetine sahip iki ayrı uç, sorun zaten genellikle bu radikalliklerin seyrelip, ortak mecraya aktığı yerlerde çıkmıyor mu? AyşarMan, sosyal deneyinin “Türkiye türbana hiç de dil çıkartmıyor işteee!” bölümünü, Bağdat Caddesi'ndeki bir cumhuriyet yürüyüşünde gayet güzel gerçekleştirilebileceğini, bir anlığına da olsa göze geleceği, türbana anca “gündelikçilerin vazgeçemediği bir saç aksesuvarı” şıklığında tahammül edebilen kadınların, ağız büzerek, onu sessizce “vatan haini” ilan edeceğini, veyahut derin entelektüel birikim ve muzip bir zekanın harmanladığı “ninja” ve “kara fatma” benzetmesiyle karşılaşacağını tahayyül edemiyor mu? Deneyin “Fatih'te eteği kısa, aklı uzun” isimli romantik komedi bölümünü ise, hiç öyle Fatih'e falan geçmeden hemen İstiklal Caddesi'nde, üstelik mini etek dahi değil, pantolonla canlandırabileceğini, filmin sonunda hakaret, işkence, tecavüz menüsünden büyük seçim ısmarlayabileceğini ve köşe yazısına ek olarak 3. sayfadan gerçek bir haber süjesi olarak gazeteye gireceğini, Dubai'de yaşamayan bahtsız arkadaşlarından biri ona söylemiyor mu? Fatih'e geçmeden Eminönü İskelesi'nin önünde beş dakika dursan yeterdi be ablacım.
Merak ediyorum, AyşarMan sadece şu yaptıklarıyla bile türbanlı/türbansız kadınlara ne büyük bir mahalle baskısı oluşturduğunun farkında mı? “Ne kadar da akıllı, seksi, sarışın ve kafa ütülemeyen-kısaca her eve lazım kadın” modeli olduğuyla övünürken, başı açık kadınları ötekileştirip, maço erkek gözünden değerlendirmelerine alışmıştık da, şimdi bir de başı kapalı olanları mı hedef alacaksın? Sorunlarını "başı açık hayat, oh ne rahat" sloganınla mı sona erdireceksin? Hakemlik camiasından cinsel tercihi yüzünden dışlanan gey hakemi anlamak için nasıl gidip bir kadınla yatman gerekmediyse, sıfır empatiyle, Temmuz'da boncuk boncuk ter havuzlarına dalıp çıkmalarla falan, “türban konsepti”nin arkasındaki, o insanları kapanmaya iten saikleri keşfetmenin (öteki/bizim) mahallesinden bile geçmemişsin be canım. Bir kadın olarak, diğer kadınların kadınlık hallerine gösterdiğin düşük hassasiyete rağmen, Fatih'e mini etekle giren kadın gazeteci kimliğine saygıyla, takdirle yaklaşmamızı mı bekliyorsun?
Ah be AyşarMan,
90'larda “Sex and the City” etkilenmelerinden dolayı yatak odası detaylarını, evlenmenle hem “sahipli” olmanın, hem de kocanla yaşadığınız Avrupai ilişkinin verdiği sevindirikliği ve sonradan görme elit hayatını, son zamanlarda da ileri zekalı veya çokbilmiş olmasını umut ettiğin kızınla yaşadığın pespembiş olaylar sosuna batırılmış, betonarme sorunlara getirdiğin karton çözümleri dinlemekten ibaret çilemiz dolmadı mı? Ne mutlu ki, gecekondu gibi bir gecede dikilmiş çarpık fikirlerin, sonradan dışı cam kaplı gökdelen önyargılara dönüşmesine en güzel örneksin, tek başına. Kadının kadınla derdini anlamak için seni incelemek yeterli olacak baştan başa.
Allah inancıyla, babasının ölümünden sonra Nihal Bengisu Karaca'nın attığı “Babanın öbür dünyadaki akıbeti hakkında sormak istediğin bir şey olursa ara.” mesajı ardından tanışan AyşarMan, ( Karaca'nın telefonla verdiği öbür dünya hizmeti de ayrıca tartışılır.) dalgalandı da duruldu. O zamana dek, modern-dindar kesim ayrılığını cingözce “BİZİM MAHALLE-ÖTEKİ MAHALLE” şeklinde kolaylayıp, halkı ürkütmeden, ona anladığı dilden konuşurken, bu ölümle beraber maneviyat yoklamasında devamsızlıktan kalmak üzere olduğunu farkedip, “ayyyy, ya hayat ÖSS'sine gireceksem ve yeterince çalışmadıysam? Ya netlerim anca cehenneme yeter de, yanmak zorunda kalırsam? Hemen direksiyonu toplamam lazım.” düzeyinde varo(lu)ş sorgulamarına girmez mi? Haldun Dormen-Betül Mardin kırması, lisede en arka sırada oturan, ağırabi nakil öğrenci tipli kocası Ömer, bir güzel “kapanırsan boşarım” buyurmaz mı? Böylece süper kahraman AyşarMan, kenar mahalle dilberlerinden Thalia yaratma uzmanı Nihat Odabaşı sponsorluğunda açıldı da açıldı, açıldı da rahatladı. E, kocası bile ne diyor? Kapanırsan seni boşarım diyor, değil mi? Açıldığı takdirde bir yaptırım yok yani. O da bildiği sulara dönüyor.
Tesettürlü kadınlara sempatiyi, “Ayyy nasıl giyiyorlar bu mereti? Bu sıcakta pişer adam altında valla!!!” tadında, acımayla karışık anlamaya çalışan AyşarMan, bu iddiasını kanıtlamak için Temmuz sıcağında şakacıktan türbanı, şakacıktan pardesüsüyle sokağa çıkıyor. Bu deneyimi bizlere karşılaştırmalı edebiyat tadında sunabilmek uğruna, Borat'daki Sacha Baron Cohen misali bir cahil cesaretiyle, Fatih'te mini etekle gezmeyi ihmal etmiyor. Üstelik yanında muhtemelen Mümü, Düdü gibi bir takma adı olan, onun gibi “ay kızım koptum haa, gülmekten öldüm bittim vallaa” bir ablayla. İşte Sacitaslan'dan aynen okuduğum yazısının bu kısmında, hop oturdum hop kalktım. 2009 model “Vurun Kahpeye” olur mu, olur. Gel gelelim, turuncu bir t-shirt giydiği için yanlarındaki erkek fotoğrafçıları bile laf yemekteyken, kendi standartlarına göre hiç de kısa olmayan, diz kapaklarındaki etekleriyle bu iki kart “kız”, tesettürlü kadınların eskortluğunda bir süre yürümüş, ilk aldıkları tepkiyle onları bekleyen arabaya atlayarak, her işin en doğrusunu bildikleri diyarlara dönmüşlerdi.
Özenle hazırlanmış bu sosyal deneyin Nişantaşı ayağını, AyşarMan gururla karışık, ballandıra ballandıra anlatıyordu. Ki, tatile geldiğinde mini etek giyebilmesi için Malezya'ya dönüşmesini hiç istemediği anavatanındaki okuyucuları, mahalle baskısının nasıl da tek yönlü gerçekleştiğini anlasın canım artık!!!: Sosyetik bir kafede limonata içer, garsonla “Mrb, ben 26/türban/istanbul”laşırken, nasıl da sıfır yerçekimli ortamdalardı. Mini etek diyarlarında, mini etek giymeyenlere saygı o biçimdi. Mini etek diyarında, türbanlanmak bir moda seçimiydi. “Aaaaaaa ben sevmesem bile, takana saygı duyarım” idi. Mini etek diyarlarının eşsiz formülü, türbanlılara BİLE saygı duyulmasıydı. En güzel yönü buydu olayın, türbanlılar her ne kadar bira içmiyorlardıysa bile, bizim gibi seksi iç çamaşırı giyebiliyorlardı. Adeta prezentabl olmayan bir çalışan gibiydiler: Kasada durmadıkları sürece pekala onlar da bu dükkanda çalışabilirlerdi. (Deneyin bir de, korkunç İngilizcesiyle performans gösterdiği “Çılgın kapalıkafadarlar Laila'da” kısmı var ki, sırf Türkiye'de yabancı bir insan olmak özentisini tatmin etmek için gerçekleştirdiğine emin olduğumdan ve konuyla alakalı görmediğimden hiç girmiyorum.)
Fatih ve Nişantaşı, iki ayrı sosyal kural demetine sahip iki ayrı uç, sorun zaten genellikle bu radikalliklerin seyrelip, ortak mecraya aktığı yerlerde çıkmıyor mu? AyşarMan, sosyal deneyinin “Türkiye türbana hiç de dil çıkartmıyor işteee!” bölümünü, Bağdat Caddesi'ndeki bir cumhuriyet yürüyüşünde gayet güzel gerçekleştirilebileceğini, bir anlığına da olsa göze geleceği, türbana anca “gündelikçilerin vazgeçemediği bir saç aksesuvarı” şıklığında tahammül edebilen kadınların, ağız büzerek, onu sessizce “vatan haini” ilan edeceğini, veyahut derin entelektüel birikim ve muzip bir zekanın harmanladığı “ninja” ve “kara fatma” benzetmesiyle karşılaşacağını tahayyül edemiyor mu? Deneyin “Fatih'te eteği kısa, aklı uzun” isimli romantik komedi bölümünü ise, hiç öyle Fatih'e falan geçmeden hemen İstiklal Caddesi'nde, üstelik mini etek dahi değil, pantolonla canlandırabileceğini, filmin sonunda hakaret, işkence, tecavüz menüsünden büyük seçim ısmarlayabileceğini ve köşe yazısına ek olarak 3. sayfadan gerçek bir haber süjesi olarak gazeteye gireceğini, Dubai'de yaşamayan bahtsız arkadaşlarından biri ona söylemiyor mu? Fatih'e geçmeden Eminönü İskelesi'nin önünde beş dakika dursan yeterdi be ablacım.
Merak ediyorum, AyşarMan sadece şu yaptıklarıyla bile türbanlı/türbansız kadınlara ne büyük bir mahalle baskısı oluşturduğunun farkında mı? “Ne kadar da akıllı, seksi, sarışın ve kafa ütülemeyen-kısaca her eve lazım kadın” modeli olduğuyla övünürken, başı açık kadınları ötekileştirip, maço erkek gözünden değerlendirmelerine alışmıştık da, şimdi bir de başı kapalı olanları mı hedef alacaksın? Sorunlarını "başı açık hayat, oh ne rahat" sloganınla mı sona erdireceksin? Hakemlik camiasından cinsel tercihi yüzünden dışlanan gey hakemi anlamak için nasıl gidip bir kadınla yatman gerekmediyse, sıfır empatiyle, Temmuz'da boncuk boncuk ter havuzlarına dalıp çıkmalarla falan, “türban konsepti”nin arkasındaki, o insanları kapanmaya iten saikleri keşfetmenin (öteki/bizim) mahallesinden bile geçmemişsin be canım. Bir kadın olarak, diğer kadınların kadınlık hallerine gösterdiğin düşük hassasiyete rağmen, Fatih'e mini etekle giren kadın gazeteci kimliğine saygıyla, takdirle yaklaşmamızı mı bekliyorsun?
Ah be AyşarMan,
90'larda “Sex and the City” etkilenmelerinden dolayı yatak odası detaylarını, evlenmenle hem “sahipli” olmanın, hem de kocanla yaşadığınız Avrupai ilişkinin verdiği sevindirikliği ve sonradan görme elit hayatını, son zamanlarda da ileri zekalı veya çokbilmiş olmasını umut ettiğin kızınla yaşadığın pespembiş olaylar sosuna batırılmış, betonarme sorunlara getirdiğin karton çözümleri dinlemekten ibaret çilemiz dolmadı mı? Ne mutlu ki, gecekondu gibi bir gecede dikilmiş çarpık fikirlerin, sonradan dışı cam kaplı gökdelen önyargılara dönüşmesine en güzel örneksin, tek başına. Kadının kadınla derdini anlamak için seni incelemek yeterli olacak baştan başa.