27 Temmuz 2008 Pazar

Bir-baş-kaa-ge-ceee







Haftaiçi kutlanamayan Tolga'nın doğumgünü vesilesiyle dün gece eğlencoş-iştekiboş yapmaya Taksim'e gittik. Tolga ilk başlarda çok gergindi. Eskiden eli cebinden çıkmayan bir adam olarak Tolga, evlilik, mortgage ve çeşitli taksitlerden sonra cebinde akreple gezen bir insanoğluna dönüşmüş. Halbuse önceki blogda değindiğim üzere.. Ve hatta o yazıyı Tolga'ya maillediğim için aynen buraya kopipeyst edeceğim. Böylece "gündem, benim falanca tarihte öngördüğüm şeyleri bir bir haklı çıkarıyor, ben demiştim. O yüzden bu hafta o yazımı tekrar yayınlamayı uygun görüyorum" diye eski yazısını koyan köşe yazarı tripleri yapmış olacağım.

Neyse ne diyordum, Tolga başta keyifsiz ve tekinsiz haller sergileyerek gecenin kıl-tüyden bir tartışma ile sona erebileceğini hissettiriyordu. Ama eşi Ayşe, ben ve Utku, cansiperane duruşumuzla her türlü tersliği atlattık. İstememesine rağmen bol bol fotoğraf çektik. Adama Asmalımescit'te bir barda pasta bile kestik. Hem o fotoğraflar, hem eski yazımla bu yeni blogda bir samimiyet rüzgarı esecek galiba. Yerime tam alışamamıştım. Koltuğumu ısıtamamıştım. Hele havanın bin derecenin üstünde seyrettiği İstanbul'da, koltuğuma yapışamamıştım desem daha uygun olacak.

"Benim için bu sene uzaktan baktığım film listesinin soundtracki Breakestra-Hiding idi. Bu şarkının beni nasıl buradan kaldırıp Asmalımescide, Nevizadeye, Taksim'in herhangi bir arka sokağına, ucuz veya pahalı Efes biraya, ince kıyafetler giydiğim, kendimi kaybedercesine dansettiğim o günlere götürdüğünü bilemezsin. Yaşama sevincim içime doluyor, öyle ki yaşamak için fazla hevesli hale geliyorum. Bir şansım daha olsaydı, bir daha aynı yollardan geçebilseydim, o yıllara geri dönebilseydim, henüz her şeyin başında olduğum, her hevesin en güzel dönemindeki o günlere dönebilseydim. Hayatımın komplike hale gelmediği, yolların çatallanmadığı, ertesi gün yapacaklarını düşünmediğin o kaygısız Nisan'lara dönebilseydim...Güzel bir film sonrası efil efil İstiklal'de caka satsaydım tekrar, Gizli Bahçe'ye girip buz gibi bir bira içseydim, etrafa kaçamak bakışlar atarak ağzımızı yırtarcasına gülebilseydik tekrar, kendimizden geçene kadar içebilseydik, orada dans ederken "işte şu an ölsem gam yemem" diyebilseydik, çıktığımızda kılığımızdan utanacak kadar terleyebilseydik, "ben kimim" dediğimiz yıllara bir dönebilseydik yahu... Ne olduğumuzu, kapasitemizi bilmediğimiz kadar özgürdük işte. Ne oldu cevapları verdik de, her şeyi öğrendin de ne oldu? Akşamüstü yeni alınan bir çift ayakkabının sevinciyle, Taksim girişinde yeni kararan havayı görünce hüzünlenirdim, eve dönmeme 8 saatcik kaldı diye. Sabırsızlanırdım; o kalabalığın bir üyesi olayım, kuşatsın beni her şey. Genç kızlar, genç erkekler, algıda seçiciliğin dorukta yaşandığı, çevrende sadece yaşıtlarını gördüğün o yıllar... Rengarenkti herkes, hepimiz çok güzeldik, hiç birbirimize benzemiyorduk. Kimse işe güce eğilmemişti daha, gözler arıyordu. Neyi arıyordu? Daha onu da bilmiyorduk. Açlıkla bakıyorduk işte, gördüğümüzü emiyorduk sanki. Mutluluğu arıyorduk, mutluluğun ötesini arıyorduk. Genç insanlar olarak gecenin ileri saatlerini arıyorduk, sosyal kimliklerimizden sıyrılacağımız, daha basit ve kolay şekilde iletişim kuracağımız, varoluş problemlerimizi alkolle buharlaştıracağımız, kültablası gibi kokacağımız, daha loş, daha groovy, daha tok renklerde, mesela hardal sarısı duvarlarıyla Gizli Bahçe'de, ışıltılı manzarasıyla Nu Teras'ta ama içten içe nerede olduğumuzu bilmediğimiz o yerde buluşmak istiyorduk. Hepimiz aşıktık, hem başkasına, hem müziğe, hem sinemaya, hem daha bilmediğimiz bir çok sırra, hayata. Yokuştan aşağı bisikletle inermiş gibi içimizi bir hoş eden o hislere kapılıp gitmiştik. Daha üniversite bitmemişti, hayata da yeni başlamıştık."

Gecenin içki bilançosu:
Miller
Vodka şeftali (içindeki alkol önce buz doldurtularak, sonra üstüne habire meyve suyu koydurularak seyreltilmiş)
Vodka fındık (shot, sonu getirilemeyeceği anlaşılıp önce kibarca yudum yudum içilmiş, sonunda Nevzat'a devredilmiş)
Soda
Buzlu su
Vodka limon (Ayşe'den özenilerek istenip, sonra ilk yudumda içilemeyeceği anlaşılınca Ayşe'nin ısmarladığı bir vodka portakal ile değiş tokuş edilmiş ve o da içilemeyip bırakılmış)
Efes Dark (Yarısı içilerek gerisi kaderine terk edilmiş)
Mojito (Leb-i Derya tarzı, enfes, tamamen içilmiş, utanmasa nane yaprakları bile kemirilecek)
Ayran (- Kapalı mı açık mı olsun abla? - Kapalı) Yer yüzünde başka hiçbir içki yoktur ki garson getirmeden önce kapalı mı açık mı diye sorsun. Bize de bu yakışır.

Hiç yorum yok: