6 Ekim 2011 Perşembe

Yazmayı seven biri için, en az yazma eyleminin kendisi kadar, yazdığının okunması da önem taşır. Yazmaya onu motive eder. Kimse, yüzdeyüz kendi zevki için yazmaz. Eğer yalnız kendi zevki için, muhatapsız yazıyorsa, yaptığının edebiyata girdiği söylenemez bile, kim bilir. Niyeti temizdir, kendini ifade sevgisi büyüktür; ama anlaşılma amacı gütmediği için belki de, yazdıkları kendine bir şey ifade ettiği oranda güdüktür.

Sayın Baron von Plastik, bir süre önce bana bu konuda güzel bir makale göndermişti. Keşke okuduktan sonra derhal aklımı başıma toplayıp, bu hislerimi vakitlice yazsaydım. Gel gelelim şimdi yazmam stratejik bir önem de taşıyor. Şu soruya cevap vermeye çalışıyorum: Neden bir şey yazmak içimden gelmiyor? Blogumu gönülden takip ettiğine inandığım ve bu yüzden her biriyle teker teker tanışıp, yanaklarından öpüp, sadede gelerek beni kendilerine neden yakın bulmuş olabileceklerini sormak istediğim bir avuç, görece koca bir avuç insan için sormuyorum bunu elbette. Blog dediğin bugün var, yarın yok, kimsenin ruhu duymaz milyarlarca blogdan bir tanesi eksilse. Başka şeylerin hatrı için soruyorum; çünkü bu blog birilerinin benim iç dünyama girmesine vesile olduğu kadar, benim de dış dünyaya açılan kapım oldu. Hatta sadece dış dünya değil, daha ziyade kendime, düşündüklerime açılan, aklımdan geçeni bilmeden başına oturduğum ve kalktığımda daha tam hissettiğim nefis bir tünel. Halbuki şu an öyle değil.

2007 yılında tutmaya başladığım Elmoş Diyor Ki (2007-2008 arası entryler maalesef silindi), gidip gördüğüm yerler, yapıp ettiklerim kadar endişelerimi ve yetişkin hayatına dair tespitlerimi de kronolojik sırayla sunuyor. Birilerine bu gelişimi ilmek ilmek sunmak amacıyla yazmışım, apaçık. Hep birilerine yazmayı sevdim zaten; mail olsun, mektup olsun, fark etmezdi. Bir blog tutmaya başlayınca, her fırsatta hiç tanımadıklarıma da yazabildim, ki bu olabilecek en muhteşem şeydi. Bir ömür azıcık da olsa benim gibi düşünen insan aradım ve ilkokul arkadaşımı Facebook'ta bulma ihtimalinden daha az takdir edilen bu ihtimali dolu dolu tecrübe ettim. Blogdan muazzam insanlarla tanıştım ve fiziksel koşullar elvermediğinden, yollarımız kesişmediğinden tanışmamın mümkün olmadığı bu insanlar sayesinde içimde köpürmüş dalgalar yatıştı. Şu an o denizde, söylemesi ayıp, kano bile yapılıyor.

İşte, o zaman da insana bir sakinlik çöküyor. Üç-beş kişiyle aileymiş gibi, bir ailede olması gereken ahenkle anlaşabilmesinin önemini burada, bir blog postuyla anlatamam. O rahatlama, tıpkı okula gidilmemiş tembel bir sonbahar günü evin kuytu bir yerine, bir dolap köşesine girip saklanarak kendini huzur içinde hissetme benzeri his, muhteşem bir lüks. Ama, işte, benim gibi yakıtı kendini ifade etmek için çabalamak olanda daha ziyade bir miskinlik yaratıyor. Sakinleşmek, yazma sıklığım bakımından pek hayra alamet değil. Elbette herkesin yakıtı bambaşka. Bir şeyi takdir etmek, o şeyden büyük zevk almak üzerine durmadan yazanlara, kimi yönlerden imreniyorum. Benim için yazmanın fonksiyonu, derdimi anlatmak, çeliştiğim bir yargıyı değiştirmek amacıyla sorgulamak, kendi yargımı dahil, çevremde kalıp gördüğüm her türlü beylik fikri, ilk akla gelen fikri, ilk akla gelen fikir olduğundan göze normal görünen fikri eleştirebilmek. Eleştirirken sevimli görünmeye çalışmamak, poz kesmeye çabalamamak. Bu yüzden, samimi gelmiyor diye, önceden Word dökümanına yazıp bloga yapıştırmıyorum bile. Hepsini, sonra yazım hatalarını düzeltip durmak üzere, en baştan blog penceresine yazıyorum. Öbür türlüsü düşünceleri Photoshoplamak gibi geliyor, estetik bir şey yapmaya çalışmıyorum halbuki ben. Ölçüp biçerek konuşan biri değilim ki ölçüp biçerek yazayım.

Fazla bilinçlenmemeye de özen gösteriyorum. Yazdığımın, kendimi ve çevremi incelediğimin ve bulgularımı başka insanlara ifade ettiğimin de çok farkında olmamam gerek. Farkında olduğunda insanları antipatik buluyorum çünkü. "Arkadaşlar" diye blog yazısına başlayanların, sağ tarafta kendimi "Sınıf başkanı" olarak etiketleyerek dalgasını geçtiğimin aksine, kendini ders veriyor sananların başta kendilerine haksızlık ettiklerini düşünüyorum. İp üstünde yürümek gibi bir şey yazmak; ne yaptığının bilincine vardığın, ipin altında uzanan mesafeyi düşündüğün anda dengen bozuluyor. Başkasının okuması için ama onun okuyacağını unutarak ve hatta okumayacağı ihtimalini göze alarak yazmak bana göre en ahlâklısı. Ahlâk doğru kelime bile değil hatta; bana kalırsa böyle yapmak o yazıyı özgürleştiriyor, okuyucuya muhtaçlığını ortadan kaldırıyor. Okuyucusuz kalma, beğenilmeme durumuna karşı bile yanmaz, su geçirmez hale getiriyor. Aşırı takdirin, ilginin, beğenilmenin insanda tehlikeli bir şeyler uyadırdığına ve onu yavaş yavaş kendine düşkün bir manyağa çevirdiğine inanan biriyim gerçi, who am I to judge?

Bu yüzden sağ tarafta minik bir pul koleksiyonu gibi alt alta dizilmiş şu koca bir avuç insana saygı duysam da, onları yok sayarak, blogu izleyen kimse yokmuşcasına yazmam lazım. Yazmadığım takdirde, ifade etmeyi unuttuklarım, kayıt altına almadıklarım, "Düşünüp sonuca bağlandı" şerhi düşmediklerim içimi sislendiriyor. Hava filtresi gibi çalışan arkadaşlarıma rağmen, gözlerim buğulanıyor, baktığımı göremiyorum. Bu yüzden, sakinleşsem de, anlaşılsam da derdim var benim, olmalı. Huzur sırtımı örtse de, kâh popom, kâh ayağım açıkta kalıyor. İyi ki.

6 yorum:

Faruk Ahmet dedi ki...

Gerçi işe yaramadı, başka nedenlerden dolayı herhalde, ama bir yıl kadar önce bloga yazmayı iyiden iyiye bırakmadan evvel, hemen hemen aynı nedenle ben de çareyi yazıları yorumlara kapamakta bulmuştum: ellerinle kulaklarını kapayıp lalalala yapmak gibi bir şey bir bakıma. Okuyanların olduğunu biliyorsun, ama yorum gelirse bu gerçekten kaçamayacağını da; yorum gelmezse, gelmesini engellersen, kendini daha iyi kandırabilirsin kendi başına olduğuna gibi bir salaklıklar. Salaklık evet ama, işe yaradığını biliyorsan neden olmasın?

Bende yaramadı, belki başka nedenlerden, ama hâlâ doğru bir hamleydi diye düşünüyorum —herkes blogunu yorumlara kapamalı anlamında değil, kendime koyduğum bu kurala ben bile o kadar heyecanla bağlı hissetmiyorum çünkü, ama o hamleye neden olan hisse, sanırım seninkiyle paralel olan bu hisse yani, bir sadâkatim hâlâ var, anlamında.

Anlamlar. Mânâ.

Blog.

Elmoş dedi ki...

Birilerinin okuması fikri, hele okuyucu sayımın öyle aman aman olmadığını göze alırsak, bana hiç batmıyor. Yorum yapanı da az. Yapınca, onların yorumuna cevap verirken aramızda gereksiz bir hiyerarşi beliriyormuş gibi geliyor. Tam anlamıyla bir üstünlüğü kastetmiyorum hiyerarşiyle, ama eşit de olmuyoruz. O zaman mahçup hissediyorum. Onun dışında bir sıkıntım yok; yorumları hep çok sevdim. Hele biraz daha kişiselleştirip e-mail atanları daha çok sevdim.

Bahsettiğim, en azından kendi açımdan, birilerini gözeterek yazmamam. O yüzden daha anlaşılır olması için "üslubumdan"(şu kelimeyi kullanıyorum diye bile kendimi çok mu önemsedim diye düşünüyorum, inan) vazgeçemiyorum. Bazen iç seslerimi, hatta tamamlanmamış cümle şeklindeki iç seslerimi, kendime yaptığım inside jokeları bile yazıyorum. Eh, beni tanımayan bir okuyucu için çok da kolay olmasa gerek tüm bunları yorumlamak. Ama ona yönelik yazarsam, Beginner Level bir iletişim olmaz mı aramızda? Benim derdim budur.

İşte. Böyleyken böyle.

blueagenda dedi ki...

Sevgili Elmoş,

Bazen yazılarını daha iyi anlamak için iki kere okuduğum doğrudur. Seni uzun zamandır da takip eden biri olarak, artık ne demek istediğini daha iyi anlar gibiyim. Şakalarındaki vurgular, bazen kendine de çok samimi şakalar yapıyor oluşun, senin yazınını bana yakınlaştırıyor. Aradığım şey hep samimiyet olduğu için, senin yazılarında bunu bulabiliyorum. Bir de kendine haksızlık yapmışsın. Bence yazmasan, bıraksan arayanın soranın çok olur. Ben olurum en azından. Sevgiler

R-10 dedi ki...

Çocukların yaptığı genelleştirmelere bayılıyoruz. Sessiz sessiz meraklı gözlerle

bakarlar sonra pat diye bir teşhis koyarlar. Kısıtlı hayat deneyimleri gereği bu

tespitleri çoğu zaman sınırlı bir doğruluk içerir, bu ilk anda tuhaf giden eksik

olan kısmı hemen anlarız, ama aynı zamanda da yüzümüzü çoğunlukla engel olunamaz bir

gülümseme hatta hayranlık kaplar. Çocuğun naifliğine gülümserken bir yandan da

doğruları bulmak, herşeyin anlaşılırlığına olan inancını görmek bizi hayran bırakır.

Çünkü bu yetişkinlerin başka insanların önünde yapmaya pek de artık cesaret

edemeyeceği bir davranış kalıbıdır.

Bence insan hayatta bir takım yılları geride bıraktığında, ve hayatın,gerçekliğin

derinliğini gerçekten de sonsuz derecede karmaşık olduğu labirentinin duvarlarına

çarpa çarpa iyice fark ettiğinde, biraz yorulduğunda içindeki ateşte hafif hafif

sönmeye başlar. Aşinalık artıkça tutku azalır mı, hergün tekrar farklı gözle bakmayı, aynı olanı değiştirmeyi beceremiyorsak, sanırım azalır.

Hep dedikleri gibi yaratıcılık içimizdeki çocuğu öldürmeyip, çoğu insanın

bilinçsizce, bazı ermiş kişilerinde :) bilinçli bir şekilde yetişkinliğe attığı o

adımı atmayı reddetmek ya da hiç olmadı biraz ayak sürümektir.

Yaş ilerlediği halde teşhis koyma işinde ustalaşanlar, bu sefer "yetişkinleri" yine

kendilerine hayran bırakırlar ve yine gülümsetirler ama aradaki farkı anlatmaya

gerek yok.

"Yazmak bir iptiladır" diyenler var. Bırakmamaya direnir gibi bir halin var, bu

strateijk hedefinde başarılar Elmoş, destekliyoruzdur ya insanlar yorum yazmıyorsa da bakma sen onlara. Klasik,ünlü vesair yazarların arasında arada Elmoş okumak kalbe iyi gelir :P.

Evet, bir yorum için yeterince çocuksu tespitte bulundum sanırım :). Kısa kompozisyonumun sonuna geldim.

Bir de evet değer vermek ve değer verilmek istiyoruz. Bu bizi bir kukladan,bir bilgisayardan, bir taştan ayıran tek özelliğimiz.

Elmoş dedi ki...

R-10,

Yazdıkların ve teşvikin için çok teşekkür ederim. Maalesef yayınlayınca böyle Yılmaz Özdil köşe yazısı formatına büründü.

Yalnız bir yanlış anlaşılma olmasın diye özellikle belirteyim; bu post (blog) yazamama maceramdan bahsettiğim fevkalade içe dönük bir yazı oldu, yazmaya devam etmek için kendime öğütlerimi içeriyor. Yazarken kimsenin okumayacağını varsaymak, kibirden arınma yöntemimdir. Yani okuyucuyu yok saymam, saygı duymamam gibi durumlar söz konusu değil.

Blueagenda,

Yorumların hep yumuşacık, pamuk gibi. Ne yazacağımı şaşırıyorum. Çok teşekkür ederim.

R-10 dedi ki...

İste yaa notepad den yazip gonderenlerin foyasi ortaya cikiyor boyle. My mistake ;) cezasi Y.O. Olabilmek :)