3 Aralık 2010 Cuma

Damon değil Demon / The Dise'da ilk konçerto

Badly Drawn Boy diye diye tam on yıldır bağrımızın orta yerinde misafir ettiğimiz o bereli-sakallı, o mütevazi duruşlu, o bir partide görsem "gel, gel, bak seni kiminle tanıştıracağım" diye büzüşüp kaldığı koltuktan kurtarıp yalandan sohbete dahil edeceğim adam basbaya star kaprisiyle donanmış, kan kusturaç, ölüm makinası çıktı. Öyle böyle de değil, Britiş'in fendi goygoy Merikanları yendi o gece. Peki perde arkasında neler yaşandı?

Önce hemen mini havamı atayım: ("Ulan neyin havasındasın, daha dün Havar havar havar havar, komşular havaaar diye ağlıyordun" diyecekleri yangın çıkışından stüdyo dışına alalım) Badly Drawn Boy'u mahallemde izledim. İstanbul ölçeğine uyarlarsak Kozyatağı Güllüoğlu Baklava'nın orada Badly Drawn Boy izlemiş gibi diyeyim. Evet, havamı attığım konusunda mutabıksak arka taraflara doğru ilerliyorum.

Bilette konser saati diye sekiz yazıyor, sekizi on geçe yetiştik. Kolumuza fosforlu sarı bantlar taktırdık, elimize anca özel ultramegaturbo makina tutunca yazdığı görülen bir stamp basıldı, içeri geçtik. İçeri dediysem ortams Kadife Sokak Buddha bar veyahut onun yanındaki bardan farksız küçüklükte. Bir avuç insan öyle ellerinde biralarla armut gibi duruyor, klasik ısınma turları cinsi bir müzik çalıyor. Heyecanım seyreldi, yerini "bakalım Merikanlar haftaiçi konserde nasıl eğleniyor"a bıraktı. Akşam Sanat'tan çıkıp gelmiş kolyeli kızlar, nafile çırpınışlarda geçkin gömlekliler ve yaşadıkları öğrenci şehrine ne geldiyse giden sosyal-ist etkinlik kuşlarını makul uzaklıktan izledim. Bir süre sonra sahneye bir oğlan çıktı, soundcheck yapıyor sandık. Meğersem Justin Jones adındaki delikanlıyı arasıcak diye koymuşlar. Başta kimse ciddiye almadı, sahne kısmının hemen öncesindeki barda oturan kızlar "I was literally like... are you kiddin' me?... like... oh my god!" diye ortamda bulunmayan bir kız hakkında bağırarak karbonkopya dedikodu yapmaya devam ettiler. Sonra bu Justin herkeşi bir sardı, bir sardı ki, konser ondan ibaret olsun diye gizliden dua eder hale geldik. Beş-altı şarkı ve bol muhabbetin ardından Justin sahneden indi. Heh, dedik, ısındık hazır, Badly Drawn Boy geliyor. Halbuki herif gelmiyor, öyle kolay mı 20 dolara izlemek, adam naz niyaz vergiliyor. Bir süre daha ışıklar açıldı, karışık hitler çaldı kuru sıkı. Sonra sahne girişine baktım, arkadan Badly Drawn Boy'un beresi seçiliyor. Altında çalışan bir eleman çıktı, ışıkçıya eliyle işaret etti "afilli bir ışık ayarla" diye. Aa, sonra bereli baş yine kulise geri seyirtiyor, ışıkçı allı güllü ışıklar açarken. Biz bekliyoruz. DJ Badly Drawn Boy'dan bir parça çalmaya başlıyor kasetten, yalancıktan yani. Herif şarkının ortasında girecek, gitarıyla hoppadanak entegre olacak diye düşünüyoruz. Yok, öyle de olmuyor. Badly Drawn Boy hala yok piyasada. Şarkı bitmeye yakın DJ sesi kısıyor, belki çıkmak için şarkının bitmesini bekliyordur diye. Bu sefer herif bir öfkeyle, hışımla çıkmaz mı sahneye? DJ'i bir güzel kalaylamaz mı, "şarkımı ne hadle yarım kesiyorsun, devamını da çal" diye. DJ de tekrar play'e basıyor, şarkı 5-6 saniye daha çalıyor çalmıyor, hop bitiyor. Bu arada biz Badly Drawn Boy gülelim diye yapıyor sanıp her şeye kikirdiyoruz. Sonra gitarı eline alıyor, dingidingi yapıyor. Sesçiye dönüyor, "sounds like shit, like shit" diye tutturuyor. Yine dingidingi, yine sesçiye dönüyor, "sounds ridiculous, like shit, bollocks" diyor. Sesçi "ağbi, soundcheck'te ne ayar ettiysek aynısını yaptım" diye işaret ediyor. "I can't do a gig like this, I am a professional, it's shit, I really can't" diye gitmeye kalkıyor. Sürekli aynı şarkının girişini dinliyoruz bu arada, dingidingi diye. Badly Drawn Boy sevimliliğinden sıyrılmış, artık asıl ismiyle hitap etmek, Damon demek lazım ona. "Sesimi aç" diyor kah Damon, sonra "olmadı, gitarı aç" diye tutturuyor. Yarı-gergin gülüp, "heh-heh bizim oğlanın huyudur, arada böyle şakalı kızar" diye üste alınmıyoruz, dönüp bizi kalaylıyor bu sefer. "Gülmeyin, ciddiyim ben" diye. Bir anda ortam buz kesiyor. Aryukiddinmiler, litıraliler, hepsi, hepsi sarkıtlar şeklinde donup kalıyor ağız kenarlarında. Ben düşünüyorum bir yandan, ne demek AY KANT ulan, bastık parayı geldik o kadar. Eve mi döneceğiz ya? Herhalde kendisi de aynı şeyin imkansızlığını düşünüyor ki surat bir karış, nihayet şarkıya başlıyor. O şarkı bitiyor, "çocuklarımı özledim, onları öyle bırakınca içim cız ediyor" diye bir bahane sallıyor. Tabii biz şerrinden korktuğumuzdan, az sonra 30'luk cetvelle elimize vurursa diye hiç ses etmiyoruz, hiç terso çekmiyoruz, çılgınca alkışlıyoruz. Damon ağlarken güldürülmeye çalışılınca kızan bir çocuk gibi çok yüz vermeden, "umarım o kadar da rezalet bir konser olmaz" diye alt limitten alıyor durumu. Biz de "tabiiy tabiiy, sen elinden geleni yap, tüm konulara çalış da, gerisi hocanın insafına kalsın yavrım" diye sırtını suvazlıyoruz. Birden bu yine bir şımarıyor, "basçımla bateristimi vize belasına getiremedim Amerika'ya, şimdi bana buradan arkadaşlar eşlik edecek, batırırlarsa karışmam" diye söylenmeye başlıyor. O sırada yumuşak başlı bir basçı ve baterist giriyorlar. Şansa, baterist oturduğu gibi beceriksiz eşliğiyle ortamı lise yetenek yarışması seviyesine düşürüyor. Basçı ona gözüyle kaşıyla işaret yapıyor, vücudunu tempoya göre abartılı biçimde yaylandırarak onu yönlendirmeye çalışıyor. Ama düzelmiyor, Damon da işin farkında, her an kükreyecek diye sahnenin altına saklanmak istiyorum. Nitekim dönüyor, bateriste azarı çekiyor, baterist ortamı direktoman terkediyor. Basçı kibarlığından direk terketmiyor, elinde bir gitarla tek başına şarkı söyleyen Damon'ın arkasında gitarının yanında yere bağdaş kurup izliyor. Ortam Ortaköy'e bağlıyor.

Damon konseri öyle tamamladı. Bir ara yanına Manchester'dan bir kankası çıkıp elektrogitarla eşlik etti, ben tuvaletteyken baterist ikinci kere gelip ikinci kere sahneden kovuldu falan filan. Sonra hop, içeri gitmeye karar verdi Damon. "Biraz ara verelim mi?" diye sordu. Aslında sormadı, daha ziyade emretti, buyurdu. Buranın usulünü de bilmiyoruz ki, "öyle iş olur mu" diye diretelim. Ona da peki dedik, geçtik. Damon 15-20 dakika içeri gitti, biz de ışıklar açılmış elimizde biramızla yine armutluğa talim. Yeniden geldiğinde bateristle yanyana cancana, arkada barışmışlar, kucak kucağalar. Bateriste jest yaptı neyse ki, iki üç şarkıya eşlik ettirdi, sonra yine bildiği gibi çalıp konseri tamamladı. Bu esnada naz niyaz çekemeyen kitle zaten terkettiğinden yarım avuç insan vardı izleyici olarak. En son paltosunu giyip, konserin bissiz olacağının sinyalini vererek ve Thunder Road'a playback yaparak konseri tamamladı. İşte bu yaptığıyla kanaatten geçer not aldı Damon. Thunder Road'da playback yaptığı için yine giderayak 12'den vurdu, yine.

Sonra ışıklar açıldı, yarın işe gidecekleri için huzursuzlanan son 5-10 kişi de çil yavrusu gibi dağıldı. Vestiyerde tek asılı bizim montumuz olduğunu gördüm, bir de vestiyerin önündeki merchandise standında dizili EPlerinin yanında Justin Jones öylece oturuyordu. Adaletsiz dünyada asıl hakeden kenarda soğan ekmek takılırken, diğerleri nutellalı dilimini yarım bırakıyor işte. Ama bu adaletsizliğe dur demek bizim elimizde işte! Justin Jones 'a destek olalım. Haydi can. Adamın Twitter'da benden az izleyicisi var, günahtır.

Not: En bomba detayı anlatmayı unutmuşum, onu da bir sonraki şeyde artık. Hoççakalııın!

1 yorum:

vicki vale dedi ki...

geçmiş olsun, allah beterinden saklasın