Rüyalardan aynen devam edelim, madem dert programımızda bu ünite bitmeden yenisi başlamayacak. Workbook'tan da çözerek gidiyoruz ya, anca.
Stokholmlü rüyaların ardından, bir süredir uçaklı rüyaların kuşattığı bir hayal aleminde at koşturuyorum. İlk versiyonunda uçağa son dakikada yetişmek için bavullarımla, fermuarı açık kalmış ve içinden eşyalarım dökülen bavullarımla koşturuyorum. Tam bileti kestirecekken bir durduruyorlar ki beni, aaa, meğer uçak kaçmış. İkinci versiyonda nihayet uçağın içindeyiz, ama bir türlü kalkmıyor. Ne sorun varsa artık, bir türlü hallolmuyor. Koltukların arasında küçüldükçe küçülüyorum. Akşam oluyor, uçağın ışıkları yanıyor, uçak hala yerde. Hala içindeyiz. Sabahtan beri uçağın içinde dönüp duran hava genzimi yakıyor artık, o filtrelenmiş havadan burnumun kaşındığını hissediyorum. Bitsin bu bekleyiş, kalksın istiyorum. Ve dün, aynı rüyaya hapsolmuş bunca gecenin ardından nihayet mutlu son: Amerika'ya varılmış, ev bulma işi halledilmiş, bavullar boşaltılmış, yerleşmişiz. Yerleşmiş olmanın verdiği hafiflikle, uça uça geziyoruz. Yanımızda bir takım insanlar, Amerikalı insanlar. Amerikalılara duyduğum antipatinin aksine, evet, maalesef ağız yaya yaya, kah kelimeleri kah harfleri yuta-yuvarlaya konuşuyorlar falan, ama batmıyor. Vallahi de batmıyor. Mutlu hissediyorum. İyi hissediyorum. "En azından kötü hissetmiyorum" değil, basbaya iyi hissediyorum yani. O dalgalı saçlı kızla, uzun boylu adamın yanında yürürken iyi hissediyorum. Ters ışık olduğundan yüzleri gölgeleyen sonbahar güneşi, konfeti gibi savruk bir neşeyle önümüze saçılmış kavruk/çıtır yapraklar falan, hepsi tastamam. Kahverengi, sarı, bordo desen o biçim. Uyandım, ensem sıkıntıyla terlememiş. Aksine, yüzüm gevşemiş. Çamur rengi hüznüm sanki uyurken içimden silinmiş, yerine bir kazan sahlep gelip yerleşmiş. Dedim "sakın üzülecek şey olmadığında da üzülüyor olmayayım?". Sordum kendi kendime, "Üzüntü bağımlılık yapmış olmasın?". Olmasın.
2 yorum:
Oralar güzel. Gidince göreceksin sen de.
Elm0ş kısa bir yazı olmuş:(
Yorum Gönder