4 Ağustos 2010 Çarşamba

Cefalar II (Cefalar geri dönüyor)

Cefalar diye söze başlamanın elli kat cefası varmış, ARKADAŞ! Ben cefaları kovalamıyorum inan; filmde kapalı bir kapıyı, karanlık bir bahçeyi illa ve billa ki yoklıycam diyerek cengaverce atılan karakter değilim. Ben karanlık olmayan odada oturduğu, karanlık ve hayaletli odayı kurcalamadığı halde, filmde ilk ölenim. Cefalar beni kovalıyor, ATAM! Kaçmaya kalksam yollar ayağımın altında tükeniyor, yol ayrımlarının bereketi kaçıyor.

Tren istasyonundayım, öylece duruyorum. Ayağımın ucunda eşyalarımın saçma bir kısmının topluca durduğu bir spor çantası var. Çantanın ön gözüne de selpağımı koydum, just in case. Cefalar bastırırsa diye. Öylece uzayıp giden rayları seyrediyorum. Raylar da tüm kansızlıklarıyla parlıyorlar. Bir metre uzağımda Çinli bir çift. Kadın, adamın koluna sıkı sıkı tutunmuş. Onun bir metre uzağında bir İsveçli bir çift. Düzgün ve dimdik bir çizgi gibi, kambursuz duruyorlar. Diğer yanımda kavruk, göçmen bir çocuk avucunun içinden sigara içiyor. Karşı peronda da insanlar, arkamda kalan peronda da insanlar. Ama onlar şu an kameranın açısına pek girmiyorlar. Şu an bir tek raylar ve rayların üzerine top olup oturmuş, uyuyan bir güvercin giriyor. Öyle güzel, öyle huzurlu uyuyor ki, boynunu da büküp kanadının altına sokmuş. Hepimiz gelecek koskoca bir demirçelik yığını beklemiyoruz da sanki, büyük bir yorgan bekliyoruz. O da telaşla pozisyonunu almış, en tatlı uykuda yer kapmak için. Tamam. Sonra trenin saatinin geldiğini farkettim. Uzaktan ışığını görebiliyorum. Salına salına, hiç ses çıkarmadan geliyor. Bir yokuşun başında iyice frene basmış, sanki buzun üstünde kayıyormuş gibi, ağır ağır ilerliyor. Belki yürüyen insandan biraz daha hızlı. Tekrar güvercine bakıyorum. Öyle emin ki uykusundan, rayları gıcırdatmadan süzülen trenin erkenden durup uykusuna izin vereceğinden, ben de onun bu kendine güvenine inanıyorum. Tren daha yaklaşıyor. Raylara donmuş gibi, donmuş gibi bakıyorum. Uyuyan kuş, rayın bana uzak olan tarafında, trenin arkasında ve altında artık. Hiç ses çıkmıyor, benden de ses çıkmıyor. Elimi ağzıma bile götürmüyorum. Sanki güvercinler ses tellerime dizilmişler. Veya kaburgalarımın üstüne top olup oturmuşlar, tren üzerimden geçmiş.

Bugün rayın üstündeki kuşla beraber ezildim. Yarın yeni bir kuş olacağım. Nasıl bir kuş olmak istiyorum biliyor musun, korkunç bir kuş. Kıtaları, şehirleri, sıra sıra ağaçları birbirine bağlayan rayların üstünde aksak ritmle ilerleyen trenleri, Milliyet'in karton oyuncak setindekiler gibi elinde büken bir kuş. Ömür boyu uçmalarıymış gibi sanki çağdaş dünyanın kuralı, tek özgürlükleri uçmakmış. Kondukları yerde öleceklerse, uçmanın neresi özgür olacak? Beter olun insanlar, kemiklerinizin üzerine yapışıp kalmış kilolarca etlerinizle hepiniz beter olun.

1 yorum:

Metin dedi ki...

Sanayilesmenin katlettigi doga ve bizim "nasil olsa doga kendini duzeltir" kayitsizligimizi birebir yasamissin. Guvercin Amazon ormanlari, tren Brezilya sanayii. Guvercin Meksika korfezi, tren BP kuyusu. Guvercin buzullar, tren el ele verip neden oldugumuz kuresel isinma ve ustune tuy dikip kuresel isinmanin bir yalan oldugunu soyleyenler. Guvercin ucar? Amazon ormanlari yeniden yetisir? Meksika korfezi eski haline seneye doner? Kuresel isinma yalan? Tren geliyor sessizce...