İstanbul'a gidince cinlenip duruyorum. Hem İsveç'in temposuna alışmışlıktan, oraya adapte olamazlığın verdiği bir streç (İstanbul fastforward, Stockholm slow motion çünkü), hem her İstanbul'a gidişim tatil amaçlı olduğundan işgüce gömülmüş arkadaşların arasında durmanın verdiği streç, elimin ayağımın büyük gelmesi. Nasıl olduğunu anlayamadan saatlerin geçmesi, akşam olması, sonra gece olması, reklamlar, hoop oynayan-danseden-zıplayan-şarkı söyleyen insanlar, diziler, diziler, diziler, akşamlar boyu diziler, her kanalda, birbirinin aynısı, kravatsız takım elbiseli ayıların oynadığı diziler. Sonra yanardağ patladı diye kül ve telaş bulutu. Çok bile dayandı, bin beter olun, e mi? Eski zamanlarda tanrı diye adlandırılıp, ayrıştırılmış doğal afetlere karşılık bir çekidüzen veriyordu insanlık kendine hani. Efendime söyleyeyim, "şimşek çaktı, çünkü ahlaksızlık arttı" deyip korkuyla tek sıraya giriyordu ya, hah işte, şimdi yüzsüzleştiğimizden, hiçbirini ilahi bir işaret/ayar gibi görmediğimizden ve aynen devam ettiğimizden, mantıklı ve analitik insanlar olduğumuzdan (çok şükür), artık yanardağ patlayınca üstümüze hiç alınmayız.
Tatil esnasında çok az gazete okudum, bilhassa akşam haberleri gümbürtülü müzik yığını olduğu için ve beynimi yorduğu için çok az seyrettim. Bir de televizyondan ne zaman haber izlesem, bir yönlendirme, bir "HAYDİ TÜRKİYE!" tonu seziyorum. Alttan alta bir ortak kin, ortak nefret, ortak bilinç(sizlik) yaratma çabası. Haber verilirken tutulacak taraf da işaret ediliyor. Siirt olayını da, misal, bu şekilde değerlendirdim. Olayın çok acı bir durum olduğu, çok ağır bir suç olduğu kesin de, ele alınış biçimi çok çiğ, çok uygunsuz geldi. Öyle ki, dellenip Ceza Usul Hukuku kitaplarımı kütüphaneden çıkartıp, bana karıştırttınız, ey insanlık!
Önce soruşturmanın gizliliğinden kavga çıktı, "vay, gizli gizli koruyacaklar suçluları" diye ortalığı velveleye verdiler. Sonrasında "vay, Siirt olayını örtbas etmek için çabalıyorlar" diye goygoyladılar. Soruşturmanın gizliliğini ihlal eden medyaya karşı suç duyurusunda bulunulunca, hemmen şark kurnazı cahil medya "VAY HABER VERME ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ ŞEY EDİYORLAR" diye ayaklandılar. Bu gazeteci tayfası ekseriyet hukuk mezunu oluyordu hani, nerede ulan hukuk mezunu? Bu insanlar soruşturmanın gizliliği denen olayın ne olduğunu, ne gibi işe yaradığını, suçlu kayırmak falan gibi bir kaygıyla yapılmadığını, basbaya hukuki usuller sebebiyle uygulandığını bilmiyor mu? Hadi halk bilmiyor diyelim de, bu adamlar hukuk ilkelerini, manav gibi, manav derinliğinde mi yorumlayacak? Politikayı taksici gibi yorumluyorlar; taksiye binince muhabbet olsun diye taksiciyle politika nasıl konuşulursa o jargonla, o ölçüde politika konuşuyorlar, onu anladık da, hukuk mezunusun be adam! Bari bir kitap, kanun karıştır, dön doğrusunu yine en basit ifadelerle anlat, halk da anlasın.
O uzayıp giden saçmalığa tahammülüm kalmamıştı ki Cüneyt Özdemir'in programında "acımadı kii, acımadı kii" şeklinde, yayın yasağının arkasından dolanarak Siirt davasıyla ilgili yayın yaptığını gördüm. Cevval gazetecilik icabı, ikiye bölünmüş ekranın Siirt'ten canlı yayın yapan tarafına "O şehir" yazmışlardı. Aooyy coonumm! Böyle şipşak çözümleriyle, şakamatikliğiyle Cücü canımız yaaa! Twitter accountu adeta bir genelev, ünlü kadınlarla mıncık mıncık aşk/seks sohbetlerinde, her kadının yanağından bir makas almaca, zıııppır mı zıpır sorularıyla olsun, yorumlarıyla olsun ne kadar doyumsuz bir aşk böceği olduğunu belli ediyor zaten, şimdi o muzipliği yayıncılığına da nüfuz etmiş. Cücü'nün muziplikleri bununla da kalmadı, Twitter'dan Siirt olayına dair karamizah veyahut lafsokmalımizah yapan Mazhar Alanson'a (ki Mazhar "23 Nisan Siirt'te kutlansın" benzeri taşlamalı haşlamalı laflar yazmıştı) karşı bir kampanya başlatarak ne kadar yoğun bir vicdan sahibi olduğunu gösterdi. Bol retweet ederek gün sonunda tüm arkadaşlarını Mazhar'ın laflarından ve gaflarından haberdar etti. Sonra ortalık karıştı, haber gazetelerde yer aldı, herkeş Mazhar'a kızdı. Neyse ki süpperultramegaturbo orospuçocukluğunda bir milletiz de; South Park'ın alayına sokmalı espirilerine gülüyoruz, espirilerin konusu yerli hassasiyetler olunca ağırımıza gidiyor. Hemen tecavüzleri Mazhar yapmış kadar kızdı herkes, Mazhar'a ulusal suç kıstasımızla seslendi: "senin çocuğunun başına gelse bunları diyebilir miydin, hiç böyle düşündün mü ha?" Evet, gerzek, hiç düşünemedi. Hiçbirimiz bu kıstası düşünemedik, iyi ki sen hatırlatıyorsun. Suçla kurulabilecek en saçma, en anlamsız bağı kuruyorsun. Adalet, "benim çocuğumun başına gelse, ne hissederdim" sanatı değildir. Hukuk, senin çocuğunun başına gelse bile "başkasının çocuğunun başına gelmiş olsa, ne yapmak gerekirdi" objektifliğidir. Senin kafanla gidersek, mahkeme salonlarında şakkada şukada insan vurmak da meşrulaşır, kararlar toplumsal vicdana göre, gazete yazarları tarafından verilir ve halk da kararın icrasını linç şeklinde gerçekleştirir. Sonra "şeriat geliyor, anneciiim" diye yapmacık bir korkuyla ağlıyorlar, şeriat hukuku senin beyninde yer etmiş zaten ULAN! Hem madem bunca vicdanın var, neden her yaz güney sahillerimizde erkek arkadaşlarının yanında tecavüze uğrayan onlarca çirkin İngiliz turist için de aynı kıstası kullanmıyorsun? Neden diskoya giden şişman Alman turist kadınlar tecavüzle öldürülünce "aranıyormuş ağbea, o yaşta kadının diskoda ne işi var" diye salya akıtıyorsun? Neden bir yabancının, senin topraklarında öldürülmeden eğlenebileceği inancını gülünç buluyorsun? Onu da karın-kız kardeşin yerine koysana hele. Yok ama, satırarasında bir yılışıklık illa. Başka imalar, namussuzluğuna yönelik sezdirmeler.
Siirt'te süregelen durum, insanlığa sığmayan bir durum. Evet. Ama yetişkin, yabancı, töre icabı damgalanmış bir sürü kadının; yetiştirme yurtlarında veya şiddete yatkın baba/abi dayağı altında bir çok kızın/kız çocuğunun; cinsel açlık ve hastalığa çare görülerek bir sürü hayvanın (özellikle son zamalarda köpeklere yapılan tecavüz haberlerini göz önüne alırsak) her gün, defalarca bu ülkede tecavüze uğradığını biliyorsun ve gözünü kapatıyorsun. Gündem o oldu, trend oldu diye Siirt'e mi sesin çıkıyor? Siirt'te mi vicdan sınavını vereceksin? Diğer davalar da gazetelere dökülüp duruyor işte, soruşturmaları da gizli değil, onlara da sesini yükseltsene? Yok, illa bi engellenmişlik içinde debeleniş, illa bi arabesk ağlayış, "öğrenmemize izin vermiyorlar yeaa" diye söylenmece. Çok bile öğrenmişsin, o yeter sana. Akşama Facebook'ta bir grup açarsın, olur biter. Site kurup imza toplarsın, MSN'de nickinin yanına Siirt yazarsın, küçük kız emotikonu koyarsın, olur biter.
(Çakal medyanın izin verdiği kadar) hukuk devletinde online isyanlar. Ne romantik!
2 yorum:
yazını okuyunca 'heh!' dedim.
'domestik konularda neden bu objektifliğe sahip olabilmek için illa ki iskandinav ülkelerinde en az iki mevsim yaşamak gerekiyo?' da derdim ama onu da iki senedir sorgulaya sorgulaya buldum sanırım .ki yazıda da medyanın 'goygoy gazı' zihniyetinden bahsederek dolaylı olarak onun da sebebinden bahsetmişsin. abime de sürekli anlatmak istediğim bu aslında. Ordayken gurbet özleminden midir nedir bi pembe gözüküyo burası. ama oradan buraya dönünce her gün mutlaka 'allah belasını versin bunların' dediğin bir olay oluyor. bu insanlar sadece gazetede,tv'de falan değil.takside, apartmanda, otobüste, metroda, yolda, özellikle de devlet dairelerinde, vs vs.
velhasıl ben bu yazını 'da' çok beğendim. İki senedir sürekli bu olaylara, yaşlı nineler gibi kendi kendime kızıp kızıp duruyorum. Bi gün Türkiye'ye dönme kararı verirken sanırım bunları da göz önünde tutmak gerekir. Çünkü ordan sonra buralar insana bi dar geliyor.
Pembe görünmüyor, aksine. Ama uzaktan ahkam kesmek, içindeyken ahkam kesmekten çok daha kolay elbette. Olayları olması gerekenden büyük/küçük, bir konveks, bir konkav mercekte algılamamak açısından uzakta olmak işe yarıyor.
Sen de yarı-İsveçlisin, bilirsin. :)
Yorum Gönder