Merhabalar, ben Hayta İsmail. Şaka, kafam patlayacak derecede sıkıldım şu makaleden. Şimdi diğerine geçiyorum. Çok fifinizde diye söylemek istedim.
27 Kasım 2008 Perşembe
Ben eve gidiyorum bak.
Merhabalar, ben Hayta İsmail. Şaka, kafam patlayacak derecede sıkıldım şu makaleden. Şimdi diğerine geçiyorum. Çok fifinizde diye söylemek istedim.
26 Kasım 2008 Çarşamba
Geçmiş zaman olur ki
25 Kasım 2008 Salı
Little people: Tuğçe bildiriyor.
Kuzenin manitası da boş durmayıp tiptak.com diye bir web sitesi açtı, burada sanatçılar ve art admirerlar toplaştı ve klanlaştı. Organizasyon yönü de olan bu oluşumda insanlar işlerini de sergiliyorlar, sohbet de ediyorlar, başkalarıyla şeyler de paylaşıyorlar. Üşengeçlikten ve terbiyesizlikten ben üye olamadım. Belki üşenmeyenlerin ilgisini çekebilir.
20 Kasım 2008 Perşembe
19 Kasım 2008 Çarşamba
Saygılar ağbiyciym
16 Kasım 2008 Pazar
Suluköfte
Olayın bekgrandunu anlatayım da önce.
Annemle süper bir iletişim geliştirdik yemek konusunda. Annem telefonda yemek tarifi veriyor bana. "Göz kararı, kafana göre, tadına bakarak, biraz, çok fazla değil" gibi ölçü birimleri kullanıyor kendisi. Henüz desimetreküp, miligram gibi ölçülere geçemedik. Atatürk devrimleri bizim evde işlemiyor. İnadına soruyorum: "NE KADAR yağ? KAÇ KAŞIK eder sence? YEMEKKAŞIĞI MI TATLIKAŞIĞI MI?" Fakat bir yerden sonra pes ettim.
Bir de annemdeki bir başka huy; daha önceki yemeklere referans yapması. "Falanca yemeği anlatmıştım ya, aynen ordaki gibi başla.." YAHU! Ben sürekli hepsi kafamda mı geziyorum? Yok ama. Alıştım.
Yukarıda görülen, annemin verdiği suluköfte tarifi. Yazar, kısa ve öz anlatımlar kullanıyor. Ben bu yemeği yaptım ve çok da güzel oldu. Bu da benim tarif defterim. Şuna bakarak bir daha yapabilen arkadaşlara Toni Ustanın bıçak setinden vereceğim.
Ananası indiriyor ya aşağı dolma parmaklarıyla, ben o görüntüye bitmişim.
İsveç karı
8 Kasım 2008 Cumartesi
Mogwai
The fall is the beginning is the fall
Filmin en nefis bölümlerinden bir tanesi.
Önce The Fall hadisesi var. The Fall diye bir film var, Tarsem Singh'in yönettiği. Bu filmi izleyip o an aşığı olmuşum. Görsel zenginlik adına 20 ülkede gezilmiş, nadide şeyler yakalanmış, efektsiz filme dökülmüş. Tek bir rüya hakkım olsa tüm hayatım boyunca, bu filmi tercih ederdim. Hem öykü, hem anlatım, hem renkler, hem müzikler, hem oyuncularıyla çok istisnai. Keşke bu kadar underrate edilmeseydi. Neyse. Filmin kendi güzelliği bile yeter aslında. Ama bir de ekstrası var. Filmin başrolü Lee Pace'in Tarsem Singh'in ellerinde güzelleştiği, güzellik abidesine dönüştüğü, o 'boy next door'luktan kurtulduğu, 'extremely cheesy white American'lığından kurtulduğu, hayatında görüp görebileceği en stylish bir hali var. Ama bir türlü görselini bulamıyorum ve delirmek üzereyim. En yakın halini buraya koyuyorum, şapkayı çıkaralım ve mohawk saçla hayal edelim diyorum. Siyah gözkalemiyle de taçlandıralım diyorum. Ama bütün bu kompozisyon öyle bir hale gelsin ki, yeni dönem emo-goth iğrençliğiyle uzaktan yakından alakası olmasın.