Anneannemin evinde oyunlarla geçen çocukluk yıllarımızda pek az gördüğümüz bir can düşmanımız vardı: Nevzat dede. Anneannemin alt katında oturan, nadiren sokakta karşılaştığımız bu adamın en büyük suçu, çocuk ayaklarımızın koşarken parkede çıkardığı patinaj seslerini, bir oyun esnasında oyuncakları çarpıştırmaktan çıkan tıkırtıları veya ufacık bir sebepten ağız yırtarcasına gülerkenki kikirtilerimizi ilerlemiş yaşına rağmen duyması; çocukluğumuzu mazur görmeksizin, şikayetini duyulur kılmak için kalorifere vurmasıydı. Yanlış hatırlamıyorsam öncesinde kısa bir süre, karısını-kızını kapıya göndererek sessiz olmamızı öğütlemişti de, artık kimse kapımıza gelmeye yanaşmayınca kendince çözüm üreterek, koltuğunun yanında durduğunu hayal ettiğim kalorifere bastonuyla "Ton!Ton!Ton!" diye vurmaya başlamıştı. Metalin diş gıcırtadan çınlamasıyla azarlandığımızı bilirdik; bir süre utanarak fısıldaşır, koşmadan, hoplayıp zıplamadan oynamaya çabalardık. Çocuk aklı ama, er geç yine oyunun coştuğu an gelirdi ve yine o ses oyunumuza hükmeder; bizi kâh maymun gibi tırmandığımız kapı kirişinden yaka paça indirir, kâh güldüğümüz şakadan omuzlarımızı silkerek uyandırıp suçlu psikolojisine sevkederdi.
Dedemi hiç görmedim, daha ben doğmadan ölmüştü. O yüzden, dedem sağ olsaydı Nevzat dedenin uyarılarını dikkate alacak mıydık, bilmiyorum. Yaşasaydı, tahminimce, Nubar Terziyan tontişliğiyle ve ağırkanlılıkla burnundan derin derin soluyarak apartman terliklerini giyip aşağı inecek, Nevzat dedenin önünde koca göbeği ve iri cüssesiyle gösteriş yaparak gerekeni söyleyecekti. "Nevzat efendi! Çocuk bunlar! O kadar olacak artık!" diye ünleyerek kestirip atacak, tartışmaya bile girmeden tuttuğu tarafın rengini belli edip, bu kalpsiz adama haddini bildirecekti. Ya da belki ona hak verir görünse de, eve gelince bizle beraber onun aleyhinde şakalı konuşup gülecekti. İnat olsun diye, kimbilir, bir kere de o topuklarını yere vura vurarak salona koşup yarışacaktı. Biz de, şimdikinden farklı olarak, bildiğini sakınmadan yapan, sürekli "yanlış bir şey yaptım ve bunun için kaloriferime vurulacak" telaşında, korkusunda, gölgesinde yaşamayan insanlar olacaktık. Halbuki dedem, çocuk teriyle ıslanmış fanilalarımızın altında uzanan kaloriferden Nevzat babanın şikayetleri yükselmeden seneler evvel bir gün, kriz geçirerek durmuş kalbini saklayan soğuk bedeni çarşafa sarılı vaziyette evine geri getirildi. En küçüğü ortaokula giden dört çocuğuyla beraber çocukların çocukları, yani ben dahil yedi torun da, o günden itibaren dedemin kalkanı altında korunaklı geçecek yıllardan mahrum kaldık. Nevzat dededen ve onun binbir suretinden kucak dolusu korktuk. Otokontrol neymiş, gereksizce erkenden öğrendik ve daha Nevzat dedeler kaloriferlere vurmadan birbirimizi uyararak sesimizi kıstık, oyunumuzu ve oyun alanımızı daralttık.
Dedesiz, boynu bükük çocuklara dünyanın tüm Nevzat dedeleri tarafından sistematik olarak uygulanan taciz, kayıtsız kalınan trajedilerin en büyüğüdür.
Dedemi hiç görmedim, daha ben doğmadan ölmüştü. O yüzden, dedem sağ olsaydı Nevzat dedenin uyarılarını dikkate alacak mıydık, bilmiyorum. Yaşasaydı, tahminimce, Nubar Terziyan tontişliğiyle ve ağırkanlılıkla burnundan derin derin soluyarak apartman terliklerini giyip aşağı inecek, Nevzat dedenin önünde koca göbeği ve iri cüssesiyle gösteriş yaparak gerekeni söyleyecekti. "Nevzat efendi! Çocuk bunlar! O kadar olacak artık!" diye ünleyerek kestirip atacak, tartışmaya bile girmeden tuttuğu tarafın rengini belli edip, bu kalpsiz adama haddini bildirecekti. Ya da belki ona hak verir görünse de, eve gelince bizle beraber onun aleyhinde şakalı konuşup gülecekti. İnat olsun diye, kimbilir, bir kere de o topuklarını yere vura vurarak salona koşup yarışacaktı. Biz de, şimdikinden farklı olarak, bildiğini sakınmadan yapan, sürekli "yanlış bir şey yaptım ve bunun için kaloriferime vurulacak" telaşında, korkusunda, gölgesinde yaşamayan insanlar olacaktık. Halbuki dedem, çocuk teriyle ıslanmış fanilalarımızın altında uzanan kaloriferden Nevzat babanın şikayetleri yükselmeden seneler evvel bir gün, kriz geçirerek durmuş kalbini saklayan soğuk bedeni çarşafa sarılı vaziyette evine geri getirildi. En küçüğü ortaokula giden dört çocuğuyla beraber çocukların çocukları, yani ben dahil yedi torun da, o günden itibaren dedemin kalkanı altında korunaklı geçecek yıllardan mahrum kaldık. Nevzat dededen ve onun binbir suretinden kucak dolusu korktuk. Otokontrol neymiş, gereksizce erkenden öğrendik ve daha Nevzat dedeler kaloriferlere vurmadan birbirimizi uyararak sesimizi kıstık, oyunumuzu ve oyun alanımızı daralttık.
Dedesiz, boynu bükük çocuklara dünyanın tüm Nevzat dedeleri tarafından sistematik olarak uygulanan taciz, kayıtsız kalınan trajedilerin en büyüğüdür.
5 yorum:
Ben, aile apartmanında yaşadığım için Nevzat dede derdim olmadı hiç. Yine de iki dedemi de hiç görmemiş olmanın eksikliğini hep yaşadım.
Bir sahne var aklıma gelen: Süt içiyorum, Çokoprens yiyorum ve bütün aile karşımda bana kızarken ağlayarak sütümü içmeye devam ediyorum. Sıcak geliyor, ağzım yanıyor, ama sesimi çıkarmıyorum. O zaman düşünmüştüm mesela, bir dedem olsa benim başımı okşar, onları sustururdu diye.
ne güzel yazıyor bu! normal değil :)
Seyyarat; bizim kulüpten olduğunu tahmin etmeliydim.
Aslı; sevdiğinize sevinim. Çok teşekkür ederim. :)
acayip güzel bi yazı olmuş, çok tebrik ettim !
Teşekkür ederim. :)
Yorum Gönder