18 Temmuz 2009 Cumartesi

Silvestiyle Twitter

Twitter diye bir dalga geçiyor üzerimizden, daha Facebook faciasını atlatamadan. Herkeş twit ediyor, baharda kuşlar gibi. Ama samimi ol, canımı ye. Adam diyor ki, uğraşamam hislerimi, duygularımı paragraflamaya, ardarda tren gibi cümcümlemeye. Ekşisözlük'te dolandırarak farklı nesneler üzerinden gittiğim konserleri, kimi yiyip, kimi içtiğimi anlatmalardan yoruldum. Blog da baydı ağbeaa. Doğamı yaşamak istiyorum, herkeşin beni bilmesini istiyorum. Okumaya üşenen de okuyabilsin istiyorum. (Amaç okuNma-yazILma oranını arttırmak yani.) Onun yerine tümmmmm insanlığa bir toplu mesaj, bir nevi SMS atayım Twitterımla. ULAN, buluşma yerine yarım saat-kırbeş dakika geç kalırsın da bir mesaj atmazsın arkadaşına, çaldırır kapatırsın dolmuşla İnönü Stadı'nın ordayken. ŞEREFSİZ. Zavallım, o cinnet kalabalığın giriş paragrafında, Burger King'in önünde, bekler durur seni. Yaklaşan her yeni insan öbeğinin içinde yüzünü arayarak, çevresini sarmış diğer sabırsız bekleyenlerin nöbeti yenilere devredişini seyreder hüzünle. Pencerelere yapıştırılmış menü fırsatlarının çerçevelediği bir resim olur. Solar gider.
Kırmızı kalemle, Twitlemelere örn, iki nokta üstüste, satırbaşı.
  • Of çok sıkıldım. Taksim'e yakın kimse var mıııııııııııııııııııı?
  • Batu nrdesn?
  • Ay pazartsilrden daralıormmmmmmmmmmmmmmmmmmmm ha.
  • Akşama zeytinyağlı fasulye olsa da yesek. ;) (illa böyle bir gizli mesaj, illa bir birilerine "alttan alta neler neler söylüyorum" hissiyatı vermece. Lise yıllıklarındaki "canım arkadaşım, senle çılgınlıklarımız saymakla bitmez! Kadıköy'e kaçışlarımız, son gece sabahlamalarımız, ders aralarındaki etipuflar, yağmurlu bir güneş, uğursuz Perşembe, salıncaktaki maviler." gibimtrak, zaten yıllığını okumayacak hayali ihracat sevgililere nafile seslenişler, "siz merak ettiğinizle kalın, biz o gizli anlamları biliyoruz ya" klanlaşmaları. Reddedilmenin, farkedilmemenin acısını, ağırlığını hafifletmeceler. )
  • Şu anda ayaklarını uzatarak film izlemektedir. (benzer mesajı MSN'de kişisel ileti diye yazan adamlardan da korkuyorum. Böyle film izleyenin izlediği filmi çeken yönetmene de ayrıca acıyorum. Yahu, sen kendini nerede sanıyorsun? Kim sanıyorsun? Oh, film izliyormuş. Tamam, şimdi rahatladık işte. Halbuki mesaj attık, cevap gelmedi diye var ya, ne korktuk ne korktuk. Gazze şeridinde yaşadığın için, belki ölmüşsündür sandık. Mayına basıp. )
Bir buçuk ay önce, inbaksıma Caner'den gelmişcesine duran bir mail düşüverdi. Diyor ki, Caner beni Twitter'da takip etmek istiyormuş. Kayahan-Emrin olur canım, başüstüne.mp3. Hemen bilinçli bir tüketici olarak girdim, dur adam madem izlemeye alacakmış bari accountum olsun. Ama önce öğrenmek gerek, Twitter ne. Bir fonksiyonu olmasını beklediğimden tuşlara basıp duruyorum. Baktım bir yere varmıyor, üye olduğumla kaldım garibanca. Arada spam gibi mesajlar geliyor bir takım ruh hastalarından, mesela 416775 kişiyi izlemeye almış, tek izleyeni yok. Şansını zorluyor, ki onu da okuyan çıksın. Okunsun, ki varlığı tescillensin. Diğerleri beni okuyor bak, demek ki varım. Eğer olmasaydım, okuyanım olmazdı ki. Kaç tane izleyen varsa, o kadar gerçeğim. İki kere, üç kere daha gerçeğim dünden. Her gün böyle biri eklese, oooh işim iş. Herkese yetemem. İyice kendimi geliştireyim. İyi ki varım ben, var ya. Ben olmasam bu izleyicilerim mesela, şu an ekleyemeyeceklerdi beni.
Benzer bir deneyimi Myspace denen olguyu anlamaya çalışırken de yaşamıştım. Birkaç sene önce Aliş demişti ki, "şarkılarımı yükledim, gelip bir bakıversene". Hevesine karşılık yorum yazmak için üye olmaya niyetlendim, sonra düşündüm; herkeş üye oluyor da, herkeş müzik mi yapıyordu? Yo-yapmıyor. E peki ne diye üye olunuyor bu kuruma? Herhalde Yonja ve SEKSenbinyediyüzşey sonrası, Pre-Facebook dönemde, sosyalleşme platformu olarak kullanıldı. Kızlar fotoğraf yükleyecek, hem sevdikleri şarkıcılarla sanki tanışıklarmışcasına bir ortam yaratılacak. Sevdiğim gruba bir adım daha yakınım, Facebook'ta da grubuna girdim, Myspace'de arkadaşlarıma ekledim, şimdi bilgisayarın başına takım elbiseyle oturuyorum ki beğensinler. Ne yorum yazsam, ne fotoğraf koysam hep önceden kontrol ediyorum. Sevdiğim sanatçı bakacak madem, belli bir formatta olması lazım. Yoksa adam çıkaracak beni gözden ya. İngilizce yazarken önce spellcheck yapıyorum ki, sonra adam demesin ki "ay ingilişçe bilmiyor mu bu?!". Kendimi en güzel şekilde ifade etmek istiyorum ona. Kendimi en güzel şekilde, her şekilde, her yönde ifade etmek, 1'ler, 0'lardan ibaret sanal bir ortamda, bir gigabaytlık da olsa saltanat sürmek istiyorum. MSN'e şey adresimi de yazayım, takip etsinler. Facebook'a şeyimin linkini koyayım da, görsünler. Link link, dantel gibi öreyim anayurdu bir baştan. Görmek isteyen, bulmak isteyen, şakk diye eliyle koymuşcasına dünyama girsin. Girip de çıkamasın.
Toplumdaki önlenemez gözetleme merakının, internet üzerinde nakde çevrilmiş halleri. Naturel seleksiyon sonucu kaybettiğin ilkokul arkadaşına yeniden kavuşurken, kaç milyorlara satıldı Facebook bak. O samimi günleri, koridorda oynanan dansa davetleri, önlük kemerinden tutup yakalamaçları anarken siz, Google veritabanlarına adın soyadın, tanıdıklarınla beraber hayat ağacın döküldü ilmek ilmek.
Ay başıma ağrılar girdi, ben evden çıkıyorum. Güzel bir video buldum çok eskilerden, onu bırakıyorum geride. 90'lar deyince "aaaa Harun Kolçak gir kanıma di mi? Ay ne güzel yıllardı doksanlar." sığlığında yaklaşanlara inat. Vokallerde İzel ve Ercan'la beraber Seden Güren söylüyor, Olmaz dostum. http://www.youtube.com/watch?v=UsNB7OjjC6Y

Hiç yorum yok: